Sıra | DOSYA ADI | Format | Bağlantı |
---|---|---|---|
01. | Varoluşsal Bir Sancı Olarak Tutunamayanlar | pptx | Sunumu İndir |
Transkript
AD: Özlem SOYAD:YETİM NO: 170553063 KONU: Roman hakkında bir makalenin slayta dönüştürülmesi Makale Adı: VAROLUŞSAL BİR SANCI OLARAK: TUTUNAMAYANLAR- Derya KARAOSMANOĞLU
ÖZET Varoluşçuluğa gelinen noktanın uzun bir geçmişi vardır. Heidegger’in Sein und Zeit’ının yayımlanmasından beri avangard aydınlar varoluşçuğu zamanımızın felsefesi olarak görmeye başlamışlardır. Almanya’da Jaspers yeni felsefenin ilkelerini eğitimli geniş okuyucu kitlesine iletmeyi üstlenmiştir. Savaş sırasında ve savaşın bitişinden sonra varoluşçuluk akımı, Batı’nın kültür alanlarına doğru yönelmiş ve önde gelen Alman varoluşçularıyla onların öncüleri olan Husserl, Fransa’da ve Amerika’da büyük başarı kazanmıştır-bu başarı yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ölçüsünde değildir, Latin Amerika ülkelerini de kapsar. Tüm bunlar birkaç yıl sürebilecek geçici bir heves midir yoksa gerçekten de çığır açan yeni bir felsefe midir? Yanıt, yeni felsefinin-varoluşçuluğun- gerçekliği kesin olarak ne ölçüde yansıttığına ve o çağda insanoğlunun yüz yüze kaldığı can alıcı sorulara yeterince yanıt verip vermediğine bağlıdır. Atay “Tutunamayanlar”ı, yazar olarak olgunluğunun doruk noktasında yazmıştır.
Onunla romanın yeni tipini, Türk edebiyatının 80 kuşağının yazınsal gelişiminde kesin bir etki yaratacak olan roman tipini yaratmıştır: düş kırıklığı romanı. Düş kırıklığı romanı, küçük burjuva toplumu insanının sahte ama zorunlu bir biçimde oluşmuş olan kavramlarının, yaşam üstüne kavramlarının gerçek yaşamın vahşi gücü karşısında parçalandığını tasvir etmektedir. Hayallerin yıkımı, doğal olarak-Türk romanı veya Batı romanı-modern romanın gelişimi sırasında ilk kez Atay’da ortaya çıkmamıştır. Dünya’da ilk büyük roman, Don Kişot da yine bir “yitik hayaller” romanıdır. Ama Cervantes’te doğmakta olan burjuva toplumu hâlâ can çekişmeyi sürdüren feodal hayalleri yok etmektedir; buna karşılık Atay’da insan üzerine, küçük burjuva gelişimi yüzünden insan, toplum, sanat üzerine taşınan kavram ya da şöyle denilebilir, küçük burjuva toplumunun gelişiminin en üst düzeydeki ideolojik ürünleri, gerçek yaşamın korkunç gerçekliğiyle çarpıştıklarında salt bir hayale dönüşürler.
Türk edebiyatında 80 romanı birkaç hayali parçalamıştır. Ama o yıkıcı çalışma, duygu ve düşüncenin hâlâ canlı olan toplumcu kalıntılarına yönelmiştir. Öte yandan kapsamlı, gerçeklik ögeleri bakımın-dan daha zengin olan anlayış, görüş (her iki durumda da aynı anlayış noktasından çıkarak), çoğu kez temelsiz, düzeysiz, gerçeklik toprağında defolu olarak demir atmış düşleri yenmiştir. Ama bu trajik alay kahkahası temelli olarak ilk kez-80 kuşağı için- Atay romanında çınlar, küçük burjuva gelişiminin en başta gelen ideolojik ürününün ta kendisi üzerinde;açımlanmış bütünlüğü içinde, ekonominin, kapitalizmin küçük burjuva ideallerini nasıl da trajik bir parçalanmaya zorladığını ilk kez burada görürüz.
Giriş Dünya edebiyatı için, durum Türk edebiyatından biraz daha farklı ve temelli şekillenmiştir. Stendhal’in “Kızıl ile Kara”sı, Musset’in “Yüzyıl Çocuğunun İtirafları” adlı eseri, bu konuyla ilgili anılmaya değer önemli yapıtlardır. Konu, basit bir biçimde Dünya edebiyatında havada uçuşmakta gibi görünse de bu, yazınsal modalar sonucu değil; Fransa’nın toplumsal gelişimi ortaya atmıştır. Fransa, burjuva siyasal gelişiminin önemli bir modelidir. Fransız Devrimi ve Napolyon’un kahramanlık dönemi burjuva sınıfının tüm uyuklayan enerjisini canlandırmış, uyandırmış ve devinime geçirmiştir. Bu kahramanlık periyodu, burjuva sınıfının kaymak tabakasına kahramanlık ideallerini dolaysız bir biçimde geliştirme ve bu ideallere göre kahra-manca yaşamak ve ölmek olanağı vermiştir. Napolyon’un iktidardan düşüşüyle, restorasyonla, hatta “Temmuz Devrimi”yle de kahramanlık dönemi sona ermiştir. İdealler ise bundan böyle artık yalnızca gerçek yaşamın gereksiz süsü ve dekorasyonudur: Devrimin ve Napolyon’un açtığı kapitalizmin patikası herkesin yürüyebildiği bir yol olmuştur ve daha da ötesi genişleyip rahat bir asfalta dönüşmüştür.
1. Bir düş kırıklığı romanı olarak Tutunamayanlar İdeallerin sağladığı canlanma, onu önceleyen, kaçınılmaz kahraman periyodunun zorunlu ürünü, toplumsal olarak gereksizleşir; kahramanlık periyodunun gelenekleriyle yetişen temsilcilerinin yine bu zorunluluk egemenliğinden olmaları, sınıflarından aşağılara düşmeleri gerekmiştir. Devrimin ve Napolyon döneminin doğurduğu enerjilerin kaçınılmaz çöküşü, toza dönüp yok oluşu, dönemin düş kırıklığı romanlarının ortak konusu olmuştur. Türk edebiyatında 80 kuşağının büyük bir trajedisidir: yitik hayaller. Bunun keşfedilme-si ve betimi, Atay’da 10 yıl kadar önce ve aynı oranda ve de ondan daha büyük ve daha küçük çağdaşlarında da görülür. Ama bu ortak özelliğe karşın bile Tutunamayanlar 80 dönemi edebi-yatının yazınsal üretiminde bir başına bir kule gibi dikilir. Çünkü Atay, trajikomik toplumsal durumun keşfiyle ve betimiyle kalmaz; daha derinleri görür ve daha da derinleri kazar:
Tutunamayanlar, küçük burjuva yaşantısının kapitalistleşen düşüncesinin trajikomik bir kahramanlık şiiridir. Romanın konusu, yaşamın nasıl metaya dönüştüğü üzerinedir (ve onunla birlikte de her türlü ideolojinin) ve düşüncenin kapitalistleşmesinin tutarlı bir biçimde gerçekleştirilmesi her alanda 70 sonrası 80 başlangıcı kuşağın genel trajedisini daha derin bir toplum-sal bağlantı içine yerleştirir: Karısını karşılık vermeden yavaşça yatak odasından çıktı, kapıyı kapadı. Koridorda yürürken kollarını havaya kaldırdı: “Esir Selim, esir.” diye mırıldandı. Selim’in, zevkle bağıran sesini duyar gibi oldu: Yenildin demek, koca ayı. Evet, yenildin. Bu yenilginin tarihini hep birlikte bir kez daha yaşıyoruz (Atay, 2017: 29).
Yaşamın metaya dönüşmesi sürecini Atay açımlanmış bir bütünlük içinde betimlemiştir: İntihardan başlayarak kanıya dek, yaşam düşüncesine ve duygusuna dek, her şey metaya dönüşmüştür ve Atay, Tutunamayanlar’da kapitalizmin egemenliğinin ideolojik sonuçlarından ziyade yaşamı metalaştırmadaki salt genelliği belirler ve her alanda-gazete, tiyatro, kitap bası-mı- kapitalistleşmenin somut bölümlerini, insan üzerindeki belirleyici ögelerini ve nihayet ya-şamı sonlandırmadaki ürkütücü etkisini anlatmıştır: Vazgeçiyorum; bütün insanlığın önünde eğilerek özür diliyorum: beni yanlışlıkla çıkardılar sahneye. Ben yoldan geçen… Bütün sorumluluk sende. Hayır değil. Benden paso; çocuk da daha altı yaşını doldurmadı biletçi amcası. Evet, çocuklar da bekliyor. Paramı geri istiyorum; yanlış filme gelmişim. Görüyorsun, benim gibi rezil bir insandan hayır gelmez. Ölü evinde oturmuş… Yataktan fırlayarak kalktı, pencerenin önüne gitti. Perdeyi aralayarak dışarı baktı: pis bir aralık! Hemen yanında birbirinin üstüne yığılmış evler. Az gökyüzü. Sen o kadar yıl oku, didin; mektebini bitir… sonra çöplük gibi bir yere bak. İnsan ruhu… (Atay, 2017: 92).
Yaşamın kaçınılmaz kapanı içinde insanların yetenekleri adeta bir “mal”a dönüşmüş, küçük burjuva kapitalizminin spekülasyonunun nesnesi konumuna düşmüştür. Hayatta kalma uğraşı veren her birey sömürülmüştür. Öyle ki bireyin kendisi de sömürgenlere ya da en azından sömürüye aracılık eden işgüderlere dönüşmek istemektedir. Turgut da Selim’in arkadaşı olarak onu şu “kural-açıklamalarıyla” donatmaktadır: Canım Selim! Nasıl çırpınmışsın bir yere tutunmak için: Burhanların ortasında neler hissetmişsin! Onlara okuyamamışsındır bu yazıyı. Çizgili bir defterden koparılmış kâğıtlara yazılmış; sekiz sayfa. Alay ederdi bu satırları okusaydı Burhan. Neden dövmedim bu herifi? Ne diyordu bu herif Selim için? Koltukta otururken kulağına gelen sözleri hatırladı: bu toplumla ilişkisini kaybetmiş: yaptığı işe ve yaşadığı düzene yabancılaşmışmış (Atay, 2017: 99) Selim Işık ve Turgut’un dostluğu, ortak gençlik hayranlıklarının darmadağın olmuş hayalleri, iki gencin benzer karakteri, olay örgüsünün kesin konturlarını çizmektedir. Atay’ın yaratıcı dehası, daha kompozisyonun temel şemasında anlatım bulur.
Atay, Tutunamayanlar’da kompozisyonunu öyle kurar ki Selim Işık’ın yazgısı ve bununla birlikte yaşamın teknik gelişiminin ağır psikolojik sömürüsü yalnızca epizodik son akortlar olarak iş görürken olay örgüsünün de merkezinde yer alır. Maddî temel ve kuruluşun mantık-lı ve nesnel ilişkisini görünüşte tepe takla eden bu kompozisyon ilkesi yalnızca sanatsal olarak değil, toplumsal eleştiri açısından da profesyonelcedir. Sanatsal olarak profesyonel olmasının nedeni Turgut’un değişikliklerle dolu yazgısının kariyer için verdiği savaşımı sırasında ortaya çıkan zengin çok yönlülük, Selim’in mektubundan sonraki çok daha renkli ve devinimli bir bütünselliği serer önümüze. Toplumsal eleştiri bakımından ise bunun nedeni Turgut’un yazgısının tam anlamıyla kapitalizmin yol açtığı kültür yıkımı sorununu vurucu bir şekilde ortaya koymasıdır. “Teslim olmuş olan” Selim çok doğru bir biçimde şunu duyumsamaktadır: Aslında buluşun maddî olarak deşilmesidir önemli olan ve onun aldatılmış olması, bu yalnızca onun kişisel bir talihsizliğidir.
İki ana tipin benzerliği ve çelişkisi, ideolojinin “metaya dönüşmesi” ile ilişkili ideolojik tepkimelerin iki ana yönünü yetkin bir biçimde açıklamaktadır. Turgut da teslimiyet yönünde devinmektedir. Teslimiyet, 80 kuşağının küçük burjuva yazınında olağanüstü büyük bir rol oynamıştır. Oğuz Atay, küçük burjuva gelişiminin yeni periyodunun karakteristik sesini, teslimiyet melodi-sini çalan en önemli yazardır. Atay, küçük burjuva toplumunda, toplumsal karakterdeki ve bencil olmayan amaçları-gönüllü olarak ya da zorunlulukla-, yalnızca kişisel mutluluklarından vaz-geçen kahramanları izler. Selim Işık’ın teslimiyetçiliğinin, doğal olarak, başka bir vurgusu vardır. Savaştan vazgeçer, amaçlarını gerçekleştirmekten cayar ve bir kıyıya çekilerek kişisel mutluluğu için yaşamak ister ama bundan da vazgeçip intiharı seçer. Temiz kalmayı arzulayanın kapitalizmin çemberinden çıkması gerekir: Bu anlamdaironik değil, en alt düzeyde bile Voltai-reci değil-, Selim Işık “kendi bahçesini işlemekten” vazgeçer (Lukacs, 2011: 264).
Tutunamayanlar’ın sonul birleştirici ilkesi toplumsal sürecin kendisidir. Küçük burjuva yaşamında kapana kısılmışlığın ilerlemeye başlaması ve utkuya ulaşması romanın asıl olay örgüsüdür. Turgut’un kişisel çöküşünün gösterdiği en büyük gerçeklik, bu çöküşün, orta sınıfın tipik yazgısı olmasıdır. Ama Atay’ın kompozisyonu burada da soyut bir biçimde nesnel değildir. Tutunamayanlar, bir “konu” romanı değildir, toplumun bir “kesiminin” romanı da değildir. Atay, planlı bir olay örgüsüyle resmigeçit yaptırmaktadır Türk yazınının tüm ögelerine ve yalnızca bu ögelerin sahnede belirmesine izin vermiştir. Tutunamayanlar’ın kişileri, betimlenecek toplumsal bunalımın kimi yanlarını dile getiren salt “figürler” değildir. Toplumsal bileşenler; kişisel tutkular ve rastlantısal olaylar dokusunda, bütünü uyumsuz, karmaşık, tedirgin, çelişkili bir biçimde açığa çıkar. Tekil insan ve tekil durumun karakterize edilişi, her zaman toplumsal olarak kesin güçlerden doğar ama bu, hiçbir zaman basit ve doğrudan olmaz. Bu yüzden, derin bir biçimde genel roman aynı zamanda tümüyle kendine özgü ve özel bir insanın romanıdır
Turgut Özben’in doğası yalnızca derinlemesine tipik ve gerçek değil, aynı zamanda bu tür karakter, yaşamın insanî kararsızlık arasındaki iç çelişki Turgut’u yaşamak adına kapitalizmin kullandığı ve Selim’in reddettiği tüm o yaşamsal eğilimlerin oyuncağı durumuna getirmiş-tir. Bu yüzden, derin bir biçimde genel roman aynı zamanda tümüyle kendine özgü ve özel bir insanın romanıdır. Turgut Özben, yükselmesini öteleyen, kariyerini- rastlantısal kişisel ilişkiler ya da tutkular biçiminde- devindiren ya da engelleyen ancak özellikle her zaman yenilenmiş bir biçimde aynı toplumsal varlığın toprağından fışkıran, Turgut’un çabalarını da belirleyen dış ve iç güçlere karşılık görünüşte tüm yetkinliğiyle bağımsız bir biçimde eylemde bulunur:
2. Tutunamayanlar’da çokkatmanlı birlik Atay’ın Tutunamayanlar’da oluşturduğu çokkatmanlı birlik, toplumun devinimi üzerine belirttiği anlayışının boyutunu ortaya koyar. Atay’da pek yazarın tersine hiçbir “mekanizma” işlemez. Çünkü Atay, olay örgüsünün “mekanizmasının” her “çark dişlisi” birer bütünsel, topar-lanmış, yuvarlama bir yazgısı olan canlı insandır; kendine özgü çıkarlarıyla, tutkularla, trajik ve komik çizgilerle donatılmış insandır. Bu varlığın ve bilincin içine kök salan bütünsel kompleksin bir ögesi, tipi romanın somut olay örgüsü kompleksiyle birleştirir ama bu bağlantı yalnızca kendi yaşam eğilimlerinden büyüyüp gelişmiştir. Bu bağlantı, organik bir biçimde tipin çıkarlarından, tutkularından doğar, bu yüzden canlı ve gereklidir. Ama tipin kendi, geniş anlamda alınan içsel gerekirliliği vermektedir ona yaşamla dolu olmayı, kanlı canlı biri olmayı, bu yüzden mekanik değildir ve de salt olay örgüsünün bir parçası değildir. Bu Atay konsepti, aynı zamanda bu tip figürlerin olay örgüsünden çıkıp sivrilmeleri, belirginleşmeleri sonucuna yol açar.
Atay’ın olay örgüleri ne denli geniş ve enli olsa da içlerinde karakterler, üstüne üstlük devasa bollukta birçok yönlülükle yaşayan öyle karakterler yığını devinir ki bu olay örgüsünde ancak pek az sayıda figür sonuna dek kendi yaşamını sürdürebilir. Atay kompozisyonunun görünüşteki bu eksikliği-i bundan Atay romanının yaşam bolluğu doğar- döngüsel (cyclic) biçimi zorunlu kılar. Bu, demek oluyor ki devirli bağlantıyı Atay’da yaratan, karakter betiminin gerekliliğidir ve bu yüzden hiçbir zaman, kuru bir biçimde genellikle başka, hatta önemli yazarların devirli eserleri-ne göre kılı kırk yaran biri olmadığı söylenebilir. Çünkü devirli eserin kimi bölümlerini Atay’da insanî açıdan dışsal işaretler belirlemez, ne arı bir biçimde “zaman kesitleri” dir ne de salt nesnel sınırlamalardır: Hayatında ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu. Hiç bilmediği bir içkinin susuzluğu gibi bir duygu. Değişebilmek. Kendinin bile tanıyamayacağı yeni bir varlık olmak. Bütün canlıların olanca güçleriyle karşı koydukları bir değişim, bir başkalaşım. Korkutucu ve aynı zamanda çekici bir eğilim. Hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. Değişmek, kendine yabancılaşmak demekti (Atay, 2017: 319).
Demek oluyor ki genel, Atay’da her zaman için somut, gerçek, canlıdır. Bu, ilkin Atay’ın kimi karakterlerinin tipik çizgilerini çok derinden yakalamasında yatmaktadır. Öylesine derin ki, bir yandan kişisel olan solgunlaşmamakta, tam tersine daha vurgulanmış ve daha somut bir biçime dönüşmekte, öte yandan kimi karakterin içinde bulunarak ve ona karşı eylemde bulunduğu toplumsal gerçekliğin içinde eylemde bulunmaktadır: Her zaman için toplumsal gelişimin bütünü karakterin bütünüyle bağlantı içindedir. Atay’ın imgeleminin dâhiyaneliği özellik-le de şunda belirmektedir: Figürlerini öyle seçmekte ve devindirmektedir ki bunların içinden her zaman için olay örgüsünün merkezinde, en asli bireysel özellikleri toplumsal sürecin en önemli yanını olabildiğince en çok katmanlı bir biçimde ve toplu süreç ile saydam bir bağlantı içinde aydınlatmaya elverişli kişi bulunmaktadır. Demek ki devirli eserin-Tutunamayanlar- kimi bölümleri son derece bireysel yazgıların öyküleri olarak bağımsızlaşmakta ve canlanmaktadır. Ama bu bireyselden her zaman için toplumsal olarak tipik, toplumsal olarak genelin ışığı yayıl-maktadır ve bireyselden ancak sonradan yapılan bir çözümlemeyle ayrılabilmektedir.
Bu kompozisyonlu yöntem karakterize etme ve olayı geliştirmenin olağanüstü geniş kuruluşunu gerektirir. Geniş temelin gerekli olmasının bir nedeni kişilerin ve olayların iç içe dokunmasının rastlantısallığını -ki Atay her gerçek büyük epikçi gibi bağımsız bir özgürlükle beklemektedir, rastlantı karakterinden yoksun etmek, rastlantıyı gerekli kılmak içindir. Rastlantının üretici bir biçimde şiiri etkileyebilmesi için yalnızca bağlantıların bütün zenginliği yeterli devinme alanı yaratır ve de bir daha salt rastlantı olmamasını sağlar. Oğuz Atay’ın bu modern anlayışının arkasında nedensellik ve rastlantısallığın diyalektiğe karşıt anlayışı gizlidir. Zorunluluğun ozansal biçimlendirilişi Atay’da, tam o sırada işlediği konunun somut gerçekleşmesi olan gelişme yönünü geniş bir biçimde ele alması temelindedir. Karakterlerinin derin ve geniş kavranışı dolayısıyla karakterlerini eylemlerinin toplumsal temeliyle ve çevresiyle incelikli bir biçimde ve çok katmanlı olarak birbirine bağlar; Atay yüzlerce rastlantının birbiriyle kesişebileceği geniş bir alan yaratır ve bu durumda topluca etkileri yine de derin bir zorunluluk sonucunu getirir.
Bu, demektir ki Tutunamayanlar’da hakiki gerekirlilik Turgut Özben’in mevcut yaşamının terkini gerektirmektedir. Yaşam eğrisinde canlanma ve çöküşün her adımı, her ögesi bu gerekirlilik dolu bağlantının giderek daha derin toplumsal ve ruhsal bileşenlerini yaratır. Atay romanının ana şemasına göre rastlantılar, bu amaca götürür ve bu gerekirliliği ilerleten her tekil olgu kendi başına ele alındığında rastlantıdır. En derin toplum-sal zorunluluk Atay’da olay örgüsü aracılığıyla ilerler, ön plana çıkar, çoğunlukla bunun nedeni sonuçları enerjik bir biçimde felaket yönünde yoğunlaştırması, odaklamasıdır. Atay’da bir kentin ya da bir dairenin içinin ya da lokantanın kimi zaman bir bildiri sunmaya dönüşen o geniş ve dolambaçlı betimleri hiçbir zaman için salt betimler değildir. Betimlemelerinde Atay, daha sonra felaketin oynanabileceği sahneyi belirler. Bu felaket, çoğu zaman “ansızın” olup biter ama beklenmedikliği yalnızca bir dış görünüştür. Çünkü felaketin ortasında müthiş keskin bir biçim-de kimi çizgiler öyle belirir, kabarır ki bunlara daha az yoğun bir biçimde belirdiklerinde dikkat etmek fırsatımız olmuştur:
Tutunamayanlar’da yazınsal olarak kahramanların her özelliği rastlantıdır, her eşya yalnızca bir aksesuardır, kesin bağlantının ozansal bir biçimde, bir konu gibi dile gelmediği bir aksesuardır. Bu yüzden Atay, romanlarının geniş kurulumu olay örgülerinin patlayıcı özellikleriyle, felaketten felakete sıçrayan karakterleriyle çelişmez. Tam tersine Ataysal olay örgüleri gerçekten de bu geniş kurulumu gerekli kılmaktadır çünkü kimi karakterlerde yeni yeni çizgileri gözler önüne serer, hiçbir zaman radikal bir biçimde yeni bir şey yaratmaz da yalnızca olay örgüsünde geniş kurulumda daha önce bulunanı açığa çıkarır. Bu yüzden ozansal olarak-, Atay karakterlerinin hiçbir zaman rastlantısal çizgileri yoktur çünkü bir tek karakter bile yoktur ki dışsal özellikleriyle bile olay örgüsünün herhangi bir noktasında kesin bir önemi olmasın. İşte özellikle bu yüzden Atay betimlerinin en son sonucu hiçbir zaman bir tür “çevre” değildir, daha sonraların olgucu sosyolojik anlamında bir tür “çevre” değildir, özellikle de bu yüzden çok ayrıntılı ev içi betimleri vb. de salt aksesuar değildir.
Atay, olay örgülerini kendisinden önceki ya da sonraki tüm yazarlardan daha geniş bir biçimde yerleştirir ama onda her şey eylemle sona erer. Çok katmanlı olarak belirlenmiş olan bütünün her yönden sağlanan etkisi nesnel gerçekliğin yapısına tümüyle uygun düşer; bu yapının zenginliğini- her zaman aşırı soyut, her zaman aşırı katı ve düz bir çizgi çizen, aşırı bir bi-çimde tek yönlü düşüncelerimizle hiçbir zaman layıkıyla yansıtamayacak ve kavranamayacak olmasıdır. Ataysal çok katmanlılık bu gerçekliğe başka herhangi bir betimleme yönteminden çok daha yakın düşer. Ama Ataysal yöntem nesnel gerçekliğe ne denli yakınsa nesnel gerçekliğin alışılmış, gündelik, ortalama dolaysız yansıtımından o denli uzağa düşer. Ataysal yöntem bu dolaysızlığın dar, alışılmış, rutin sınırlarını siler ve böylece alışılmış gözlem yönteminin rahatlığını incittiği için pek çok kişi onu “abartılı”, “tıkış tıkış” olarak duyumsar. Özellikle de Atay gerçekçiliğinin büyüklüğü nesnel gerçekliği tanımaktan vazgeçen bir çağın düşünce biçimiyle ve yaşantı görüşüyle en keskin biçimiyle ters düşer ve gerçeklikten elimize geçirebileceğimiz şeyi ya dolaysız yaşantıda ya da yaşantının bir efsaneye dönüştürülmesinde, şişirilmesinde görür.
Atay doğal olarak yalnızca gerçekliğin yansıtılmasının genişliğinde, yoğunluğunda, çok katmanlılığında aşmaz dolaysızlığı, anlatım biçimi de ortalama gerçeklik sınırları içinde kalmaz. Peki, ama sanat nedir? Atay’a göre sanat, yoğunlaştırılmış doğadan başka bir şey değildir (Atay, 2017: 578). Ama bu yoğunlaşma hiç de biçimsel değildir. Tam tersine: Belli bir durumun toplumsal ve insanî özünün en başta gelen içeriksel yoğunlaştırılmasıdır. Atay dünyanın en zeki yazarlarından biridir. Ama bu zekâsı yerinde buluşlar yaparak toparlamalarda bulunmakla sınırlı değildir; bu zekâ onda kendi kendisiyle temel çelişmesinin en üst derecedeki geriliminde şaşırtıcı bir biçimde ansızın sahneye çıkar. Turgut Özben kariyerinin başında, büyük önem verdiği işine karşı hiç sektirmeden gidip gelmesi gerekmektedir. Bundan birkaç gün sonra okurun bu beklentisi, önce Selim Işık sonra da Turgut Özben tarafından boşa çıkarılır. Her iki karakterin gerekçelendirme durumunda da görkemli, yazın tarihi açısından ve estetik bakımdan pırıl pırıl gerekçelendirilmiş bir bildiri sunar Atay; Turgut Özben’in sunumundan şaşkınlık içindedir.
Deyimin yüksek düzeyi dolayısıyla Atay’ın düşünsel borsası küçük burjuva sınıfının düşünselliğinin derin bir anlam taşıyan trajikomedisine dönüşür. Daha sonraki gerçekçi yazarlar küçük burjuva ruhunun artık sona ermiş kapitalistleşmesini kaybederken bu arada Atay özgün meta yığıştırmasının itici özelliğini sıkıntılı görkemi içinde betimler. Atay’ın romanında düşün-cenin metaya dönüşmüş olması henüz rutin bir olgu değildir, entelektüel dünya henüz mekanik bir ürün değildir. Düşüncenin metaya dönüşümü yeni, dramatik gerilimle dolu bir olay olarak gözlerimizin önünde olup biter. Özben ya da Selim Işık daha dün Turgut’un roman boyunca olacağı kişilerdir. Cumhuriyet sonrası aydınlarının en iyi bölümü burada –gözlerimizin önünde- duygularını ve düşüncelerinin en değerli bölümünü pazara çıkarmaktadırlar; küçük burjuva aydınlarının 1923’ten beri kendiliğinden üretilmiş olan düşüncelerin ve duyguların en güzel geç dönem sürgünlerini.
Ve bu gerçek, ama geç kalmış çiçeğe duruş bir epigona benzemez. Atay karakterlerinin ruhu çevik ve yine de oturaklıdır, sağlamdır, taşralı dar görüşlülüğüne uzaktır, diyalektik yetenekleri Cumhuriyet’in ilk döneminde henüz ulaşma olanağı olmayan düzeye erişmiştir, hatta bu diyalektik durmaksızın varlığın çelişkileriyle sofistike bir oyuna dönüşse bile. Ve özellikle de bu romanda en güzel düşünsel çiçek bile rüşvet batağından yetiştiği için, karşımıza oynanan trajikomedi öyle bir derinliğe sahiptir ki böylesini bir daha küçük burjuva yazını tarihinde bulmak neredeyse mümkün olmayacaktır: Demek ki Atay özellikle de gerçekçiliğinin derinliği dolayısıyla ortalama gerçekliğin fotoğrafımsı kopyasından uzaklara düşer. Çünkü içeriksel yoğunlaşma hiçbir türden romantik aksesuar olmaksızın da tüm görüntüye kasvetli ve insanın tüylerini ürperten bir fantastiklik ka-tar. En önemli ve en başarılı eserlerinde Atay ancak bu anlamda romantizmin güdülemelerini aktarır ve denilebilir ki hiçbir zaman romantik olamaz. Atay’ın fantastik ögeleri yalnızca toplumsal gerçekliğin gerekirliklerinin radikal olarak baştan sona iyice düşünülmesidir, gündelik sınırlamalardan öte, hatta gerçekleşebilme olanaklarından da öte baştan sona ele alınmasıdır.
İçinde Atay’ın, ruhsal kurtuluşu, fiyatı aşırı sunum nedeniyle hızla düşmeye başlayan bir borsa malı yaptığı Korkuyu Beklerken öyküsü buna örnektir. İsimsiz karakterimiz Atay fantastikliğinin bir konsantresidir. Besbelli ki bu, Atay’ın tam da Cumhuriyet sonrası genç kuşağın düşünceden gerçekliğe bir dönüşüm yarattığı romanlarında karşımıza çıkması bir rastlantı değildir. Öyküde kahraman, ideolojik bunalımını yaşadığı küçük bir eve kapanmıştır ve Tutunamayanlar’ın başında da Selim Işık –umutlarında aldanarak- maddi ve manevi iflas içindeyken intihar etmek istediğinde de karşımıza çıkar. Ama bu karanlık resim yine de kötümserlik anlamına gelmez, sözcüğün daha sonraki, 20. yüzyıl anlamında, küçük burjuva sınıfının bu gelişme döneminin büyük ozanları ve düşünürleri kapitalist ilerlemenin tüm apolojisini gözü pek bir eleştiriyle yadsımışlardır, her türlü çelişkiden yoksun, yine sığ evrimsel ilerleme mitolojisini yadsırlar. Özellikle de bu derinlikleri ve çokyönlülükleri yüzünden çelişkili bir duruma düşerler: Kapitalist gelişmenin çelişkilerinin eleştirel, gururlu bir biçimde tanınması, düşünsel-ozansal kabulü onlarda zorunlu bir biçimde içeriksiz hayallerle birleşir. Bu romanda Turgut’un çevresi bu hayallerin ozansal belirimidir:
Yani hakikatin çelişkilerini düşünsel savaşım sonucu hakikaten yendiğimize inanmak apaçık ve tipik bir idealist hayaldir; dahası, hakikaten yenemediğimiz çelişkilerin tümüyle dü-şünsel olarak tümüyle yenilmesinin de illuzorik-düşsel, asılsız- olduğu ortaya çıkar: Akıldan uzak uzaklaşmak istiyorum. Aptalca duygulanmaktan korktuğum için çevremi akılla doldurmuşum. Aşktan, üzüntüden bahsedebileceğim aptal insanları arıyorum (Atay, 2017: 599). Bu türden hayaller, doğal olarak somut bir biçimde çözülmüş ve bir dizgeye oturtulmuş biçimiyle neredeyse he zaman için aşağı yukarı gerici içerik taşıyan hayaller, yazarlarda geliş-menin bütününe karşılık yalnızca aynı biçimde gerekli ve ilerici ilişkilerine bir temel sağlamak için toplumsal gerekirlilikle temellendirmek üzere su yüzüne çıkmazlar (bu arada da çağlarının kirli her çizgisini, bütün acımasızca gözler önüne sererler). Bunun da ötesinde insan gelişmesinin kendi bütünlüğü içinde anlamsız olamayacağını belirten doğru ve ilerici bir ruh taşıyan inancı da kendilerinde gizlemektedirler; Atay’ın özellikle de çağı toplumunun ölümcül düşman
Bunun da ötesinde insan gelişmesinin kendi bütünlüğü içinde anlamsız olamayacağını belirten doğru ve ilerici bir ruh taşıyan inancı da kendilerinde gizlemektedirler; Atay’ın özellikle de çağı toplumunun ölümcül düşmanlarını, barikatlarının cumhuriyetçi kahramanlarını “gizlenmeyen bir hayranlık” betimlemesi olgusunun kendisi de, onun içinde insanlığın gelişmesi olanağına karşı duyduğu inancın ya da onun en azından çekirdeğinin yaşadığını göstermektedir – betimlenen dünyadan süzülüp gelen her türlü kötümserliğe ve kendi toplumsal durumundan kaçınılmaz bir biçimde filizini süren tüm hayallere karşın hem de. Bu hayaller salt sahte gerekçelerle büyük insani özgürlük savaşının sürdürülebilirliğinin tartışılmaz haklılığını doğrulamaktadır. Demek oluyor ki Atay’ın umutsuzluğa kapılmış, son noktalara dek işleyen bir biçimde doğruları söyleyişi hümanizmin önemli ve trajik gelişme aşamalarından biridir. Geçiş çağının titreşen ışıkları arasında. Küçük burjuva hümanizminin güneşinin artık battığı bir sırada ve yoluna koyulup da yükselen hümanizmin ışığı ortalığı henüz aydınlatmadığı bir sırada kapitalizmin eleştirisinin şu tipinin en güvenilir yol olduğu ortaya çıkar: Küçük burjuva hümanizminin mirasını koruma, en kalıcı bölümlerini yeni insani gelişme için aktarıp kurtarmak:
Sonuç Atay Tutunamayanlar’da düş kırıklığı romanının yeni tipini yaratmıştır ama eseri bu roman tipinin 20. yüzyılda oluşturduğu biçimlerin çok ötesindedir. Atay’ın kısacık yaşamı boyunca verdiği eserlerin nasıl da bir başına durduğunu aradaki ayrım göstermektedir ve bu roman da Türk yazınında tarihsel bir karakterdedir. Atay, düşünce alanında kapitalizmin küçük burjuva yaşantısını kıskaca almasının özgün yığılmasını gösterir, bu karakterler artık bitmiş olgularla karşı karşıyadırlar: Her insanî değerin sıkışmış kapitalist pazar ilişkilerine boyun eğmesi olgu-suyla Atay’da doğuşun kıpırtılı trajedisini görürüz. Ardıllarında bitirilmişliğin ölü olgusunu, katılaşmış olan sonuçla ilgili olarak tutulan lirik ve ironik yası, Atay’da insanın kapitalist yoldan alçaltılmasına karşı büyük boyutlu bir savaşı betimlemektedir.
Atay’ın yendiği, toplu gözlemin (ortadan kaldırdığı ve geliştirmeyi sürdürdüğü) motiflerinden yalnızca bir tanesi olan romantizm, Atay’ın ardıllarında kalır, lirik ve ironik olarak gerçekçiliğe dönüşür, onun üzerinde serpilir, gelişmenin büyük itici güçlerini örter ve nesnenin devinen nesnelliğinin yerine yalnızca elejik ya da ironik atmosferleri ve izlenimleri yaratır. Savaşçı bağlantı, insanlığın büyük özgürlük savaşlarının ardından güçsüz bir biçimde kapitalist kölelik için tutulan yasına dönüşür; batışa karşı gösterilen savaşçı öfke, yerini elinden bir şey gelmeksizin üstünmüş havalarına giren, bir kenara çekilen ironiye aktarır. Böylece Atay, Tutunamayanlar’la yalnızca düş kırıklığı romanını yaratmakla kalmamış, bu roman tipinin en üst düzey olanaklarını da kullanıp bitirmiştir.
KAYNAKÇA MAKALE ADI: VAROLUŞSAL BİR SANCI OLARAK: TUTUNAMAYANLAR MAKALE YAZARI: Derya KARAOSMANOĞLU KÜNYE: KARAOSMANOĞLU Derya, VAROLUŞSAL BİR SANCI OLARAK: TUTUNAMAYANLAR, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 69, Nisan 2018, s. 530-541 Yayın Geliş Tarihi 23.03.2018 Yayınlanma Tarihi 22.04.2018