Sıra | DOSYA ADI | Format | Bağlantı |
---|---|---|---|
01. | Edebi̇yat Ve Toplum - Behçet Necatigil’in Şiirlerinde ‘şair Özne’nin Yazgısı | pptx | Sunumu İndir |
Transkript
EDEBİYAT VE TOPLUM Behçet Necatigil’in Şiirlerinde ‘Şair Özne’nin Yazgısı Hazır layan: İ lkay AKAY No: 170553027
ÖZET: • Anlatmaya bağlı kurmaca metinlerdeki anlatıcı gibi, lirik metinlerde de şiiri söyleyen bir kişi vardır. Ancak bu, her zaman şair olmayabilir. Şair başkaları adına da konuşabilir. Kamu vicdanını temsil ederken olduğu gibi insan kimliğini öne çıkararak duyuş, düşünüş ve sezişlerini şiirle dile getirebilir. Bir şairin bütün şiirlerinde olmasa da, “ben” zamirini ve şiir yazma eylemini kullandığı şiirlerde ʽşair özneʼden söz edilebilir. • Necatigil’in şiirlerinde ‘ben’ söyleyicinin üç görünümü söz konusudur. Birincisi insan Necatigil, ikincisi öğretmen Necatigil, üçüncüsü de şair Necatigil’dir.
• Yazma eyleminin vurgulandığı şiirlerinde Necatigil, hayata katlanma, anlaşılamama, yalnızlık, hayalle gerçek arasında sıkışıp kalma gibi yazgısal görünüşlerle, bir tragedya kahramanına benzer. • Bu makalede şair Necatigil’in şiirine yansımış portresiyle ‘şair özne’nin yazgısı irdelenmiş; şairin ‘ben’ zamirini kullanarak söylediği “şiir yazma” eylemine doğrudan işaret eden şiirlerindeki ‘özne’nin konumu incelenmiştir.
1. GİRİŞ: • Şiir her şeyden önce bir ifşa serüvenidir. İç dünya ile dış dünya arasında gerçekleştirilen bir alışveriştir. Şair, mısra aralarına kendini saklamaya çalışsa da, şiirin şairini ele vermek gibi köklü bir alışkanlığı vardır. Anlatmaya bağlı kurmaca metinlerde yazar, bir ya da birkaç kahramanın arkasına saklanabilir. Kahramanın gayrısı olmasa da aynısı olmamayı başarabilir. Olayı öykülemek üzere bir anlatıcı icat etmesi belki de bu göze görünmeme ihtiyacının ifadesidir. Öyleyse yazar anlatıcının bütünüyle yazarın kendisi olduğu iddiası ne derece doğrudur?
• Otobiyografik romanlarda bile yüzde yüz kendisi olmayan/olamayan, kendini perdeleyen yazarlardan söz etmek mümkündür. Ancak şiirde bu denli ketum davranmak zordur. Bu, düzyazının yazılma, şiirin kendini yazdırma özelliğinden kaynaklanıyor olmalıdır. • Özellikle lirik şiir, şair ‘ben’inin yarattığı bir değerdir. Ancak her lirik şiir söyleyenin, şairin kendisi olduğuna hükmetmek de kolay değildir. Söz konusu ‘ben’, tekil bir zamirle çoğul bir kimliği temsil edebilir.
Örneğin Gizli Sevda şiirindeki öznenin kesinlikle Necatigil olduğu söylenebilir mi? Hani bir sevgilin vardı Yedi sekiz sene önce, Dün yolda rastladım Sevindi beni görünce. Sokakta ayaküstü Konuştuk ordan burdan, Evlenmiş, çocukları olmuş Bir kız, bir oğlan. Seni sordu Hiç değişmedi, dedim, Bildiğin gibi… Anlıyordu.
• Behçet Necatigil, zengin şiir birikimiyle büyük oranda ‘ben’ şairidir. Bunu saklamaya ihtiyaç duymaz. Korkuları, kaygıları, coşkuları, beklentileri ve hayal kırıklıklarıyla saydam bir portre çizer. İnsan yanlarının şiirine yansımasından rahatsız olmaz. İçtenliğini şairliğine yoldaş kılar. • “Yazmasam olmuyor” der Necatigil. “Yazdıklarını hayallere sarar”. “Dar çevre yitiklerini” yazarken utancı çoğalır ve onları şiirin dünyasına taşımakla kendini avutur (Ş, s.101). Küçük insanların hayatını yazarken yalnızlığını azaltır (Ş, s.102). Bir bakıma dar çevre insanlarının yaşadıklarına dair farkındalık oluşturmanın tesellisini yaşar.
• “Sanatçı değil de eser önemli kuramını her zaman yadırgayan” ve “Şiiri, şairin hayatına paralel, o hayatın bir görüntüsü” (B, s.42) olarak değerlendiren Necatigil, “Bir şiir, kendi başına bağımsız bir ülke olduğundan çok, bir ruhtur, bir anlamdır. Yaratıcısının fizik, moral yapı ve davranışlarıyla sıkı sıkıya bağlantısı olan bir fotoğraf âdeta.” (B, s.42-43) cümlesiyle şiirin şairden bağımsız düşünülemeyeceğine vurgu yapar (D1, s.44).
1. Necatigil’in Şiirlerinde ‘Şair Özne’nin Yazgısı • Necatigil’in şiirlerinde ‘şair özne’nin yazgısı anlaşılamama, katlanma, hayalle gerçeğin arasında kalma, yanlış yazma korkusu, şiiri yenileme duygusu, uzun yaşama arzusu, kalıcı olma rüyası, şairin sorumluluğu gibi başlıklar altında incelenebilir. 1.1. Anlaşılamama: Necatigil’in derdi yalnızca okurun kendisini anlaması değildir. O, her şey ve herkes tarafından duyulmak ve anlaşılmak ister.
Bu bazen Üzüntülü şiirinde olduğu gibi bir saka kuşu olur. ‘Şair özne’nin üslubuna hâkim olan duygu üzüntü iken saka kuşu şen şakrak öter. Şairle saka kuşu arasındaki benzerliği de sezdiren bu yaklaşım, bir yanda üzüntünün, öte yanda neşenin hâkim olduğu bir çelişkiyi dile getirir. Saka kuşu, şairin hâline bakmayarak şen şakrak ötmekte, şaire “Ne talihsiz başım var” dedirtecek bir kayıtsızlık sergilemektedir. Bir kanarya kuşum var Hâlime bakmayarak Ötüyor şakrak şakrak Ne talihsiz başım var (Ş, s.30
Anlaşılmama, şiir dinletilerinde de ‘şair özne’nin kalbini acıtır. Edebiyat Matinesi şiirinde “çiklet çiğneyen kız”, “dalga için gelmiş bir oğlan”, “geldiğine pişman olmuş uyuklayan biri” yakın plana gelir. Şairin uçurduğu kuşlar adrese ulaşmaz. Şair de orada olmaktan hoşnut değildir. Payına bir hayıflanma düşer: Hiç yeri miydi açmak kalbi Bu çiğ ışık altında. (Ş, s.136)
Matineye katılan şairlerden biri fantezi bir metin okuyunca dinleyicileri kırar geçirir. Yüzlere yayvan gülüşler yayılır. Sıra Necatigil’e gelmiştir. Dinleyici az önce okunan fantezi şiirin havasından sıyrılıp ‘şair özne’nin okuyacağı “üzgün ağır” şiire kendini verebilecek midir? Yine de bir umudu vardır şairin. O, kendi iç yaşantısına benzer yaşantıları olan birilerinin izleyiciler arasında bulunabileceğini ummaktadır: Olsa bari benzeri duygularla tedirgin, Sizdekini yaşamış Birkaç kişi. (Ş, s.136)
1.2. Katlanma: Hayatı “maskeli balo” (Ş, s.74) olarak tanımlayan Necatigil, şairin dünyada yaşadığı serüveni “katlanmak” sözcüğüyle özetler. “Yaşamak bu dünyada/Katlanmaya bağlı” (Ş, s.75) dizeleri bu yaklaşımın ifadesidir. Giderek katlanmanın Peygamberlere özgü bir nitelik olduğunu vurgular şair. “Katlanma” ortak paydasında “Peygamberler”le “iyi şairler”i buluşturur. Peygamberler şiirinden örneklemek gerekirse, Çıkar Golgota yokuşunu İner Hıra dağından Bir balığın karnında yaşar şu kadar yıl Kaynaşan kurtları yarasında Taşır ömrü boyunca Peygamberlerdir.
• Golgota yokuşunu tırmanan Hazreti İsa, Hira dağından inen Hazreti Muhammed, balığın karnında yaşayan Hazreti Yunus, yarasında kurtlar kaynaşan Hazreti Eyyub’dur. • Hazreti İsa, yokuşunu tırmandığı tepede çarmıha gerilir. Hazreti Muhammed, Hira dağından getirdiği haberi insanlığa sunarken türlü çilelere katlanır. Hazreti Yunus, balığın karnında yaşamak zorunda kalır. Hazreti Eyyub, yaralarında kaynaşan kurtlara tahammül eder. • İlhamın taşıyıcısı iyi şairlerin vahyin taşıyıcısı Peygamberlerle ortak özelliği, benzer zorluklara katlanmalarıdır.
• Yazgıları aynı çizgide buluşturur onları. Seçilmiş ve görevlendirilmiş olmanın getirdiği külfetlere katlanmak; taşıdığı mitik, mistik ve metafizik haberi, sahip olduğu sırrı insanlara ulaştırmak kolay değildir. Engellerle karşılaşmak kaçınılmazdır. Vahye elçi olan da, ilhama aracı olan da benzer bir kaderle kuşatılır. • Katlanma, bazen de yalnızlığa tahammül biçiminde kendini gösterir. ‘Şair özne’ gece vakti sokakta bir fener ışığı altında şiir yazmaktadır. Duyduğu bir “merhaba” sesine döner, yalnızlığını paylaşacak bir insan bulmuştur. Gökte ararken yerde bulduğu bu dostu kendi dünyasının sıcaklığına çağırır. Hayır Sahibi şiiri ‘şair özne’ ile onu anlamaya ve onun yalnızlığını paylaşmaya aday bir insan arasındaki diyalogdan oluşur.
-Merhaba gece vakti sokakta, Bir fener ışığında durup Şiir yazan! -Merhaba dostum! Seni gökte ararken Yerde buldum. Yalnızlığını unutur insan Bir soba başında oturup. Sıcak odama gelmez misin? (Ş, s.23)
1.3. Hayalle gerçek arasında kalma: ‘Şair özne’, yazma sürecinde kimi zaman “hülya” ve “gerçek” arasında sıkışıp kalır. Bu, hayal edilenle yazmak zorunda kalınan arasındaki çelişkiden doğar. “Olan” karşısında “olması gereken” geri çekilir. Şair gerçeğin dünyasına döner. • Uzun bir gecede serbest bıraktığı hülyaları onu bambaşka âlemlere götürür. Yaşanan bir rüya hâlidir. Bir Uzakdoğu şehrinde bulur kendini. Tibet’e geçer, Dalay-Lama’yı, Everest’i götür. Dağların nokta kadar göründüğü, rüzgârın vahşi ve hür bir türküyü söylediği bir yüksekliktedir. Bir şimşek akar yanından, hülyaların uçan halısına binip uzaklaşır.
• Dağların zirvesinden kopup bir başka diyara iner. Bütün varlıkları görebildiği bu dünyada darlık, yokluk, yoksulluk yok gibidir. Gökyüzünün berrak olduğu, evlerinde mesut insanların yaşadığı bir şehirdir burası. Şairin ütopyası karşılığını bulmuştur. Ancak rüyadan uyanma vaktidir. Lambasını yakar şair, kendini sisli bir İstanbul’da, çıplak bir odada bulur. Hülyasında gördüğü güzelliklerden hiçbirini gerçek dünyada bulamaz. • Hülyaların Şiiri’nde ütopya, realiteye yenilir ve ‘şair özne’, çaresizliği kabullenir. Realitenin kuşattığı bir dünyada hülyaların şiirini yazamayacaktır. Bir şair için trajik olan biraz da budur.
Lambamı yaktım ki Sisli İstanbul, çıplak oda Yok içinde gördüklerimin biri Güldüm: Ben kim oluyorum ki Yazıyorum hülyaların şiirini. (Ş, s.65)
1.4. Yanlış yazma korkusu: Necatigil’in şiirlerinde ‘şair özne’ yazma sürecinde gizli bir korkuyu da yaşar. Bu dış dünyanın değil, iç dünyanın doğurduğu bir engeldir. Yüzyıllar sonra gelen ermiş bir adamın şiirlerini yargılayacağı ve doğrusunu söyleyeceği korkusuna aldırmaz gibi görünse de, bu durumda bir utancı yaşayacağı gerçeğini de gözden ırak tutmaz. Uzak bir çağrışımla da olsa, Yunus Emre ile Molla Kasım arasında yaşanan olaya gönderme yapar. Örneğin bir şeyi yanlış gibi anlatsam Gelir de yüzyıllar sonra ermiş bir adam Söylerse doğrusunu Adam sen de! Gene de yazarken Az çok utanıyoruz. (Ş, s.470)
1.5. Şiiri yenileme duygusu:Şiirin Güneş Banyosu, şair ve okur açısından şiirin işlevini sezdirir. Şiirden maddi varlığa bir fayda bekleyenler yanılırlar. Zira tensel bir getirisi yoktur şiirin. İnsanın kalbine doldurduğu sıcaklık önemlidir. Şair için şiir, kışlarını ısıtan bir battaniyedir. Dış dünyanın soğukluğu karşısında kendini şiirle korur. Ardından yüklüğündeki şiirleri çıkarıp gözden geçirmesi ve yenilemesi gerektiğini düşünür. Zamanla insanların şiir zevki ve anlayışı değişmekte, eski şiirler yeni okurun kalbine dokunamamaktadır. Şiiri güneşe çıkarmak, aydınlatmak yeni bir sıcaklık eklemek gerekebilir. Dünkü şiirler bugünkü okurun içini ısıtmıyorsa, yeni bir söyleyiş aramaya ihtiyaç vardır.
Şiirin güneş banyosu Ne bronz ten verir Ne tatlı esmerlik cilde Bir sıcaklık belki Sonra sonra içinizde. Battaniyemiz şiirler Kışları büzüldüğümüz köşede Kışlara sıcaklık Sarındıkça, iyi ki o kıyılara Uzandık bir zaman.
1.6. Uzun yaşama arzusu: Necatigil’in ilki 1942, ikincisi 1949 tarihli iki Lâdes şiiri vardır. İlkini yazdığında yirmi altı, ikincisini yazdığında otuz üç yaşındadır. İki şiir de ölümle tutuşulan lâdes çevresinde kaleme alınmıştır. Her iki şiir de uzun yaşama arzusunun kaynaklık ettiği bir iddiayı barındırır. İlk şiirde ölümü sürekli olarak hatırlatacak bir unsurdan yardım alınır. Şair, idealist bir tavırla, ölüm gerçeğini ölüm düşüncesiyle yok etmek ister. Ölüme gafil avlanmamak üzere tetik durmayı ifade eder. İkinci şiirse ölüme yenilmeme konusundaki direnci, aynı zamanda Azrail’e meydan okumayı sezdirir.
Uzayacağa benzer Tuttuğumuz lâdes. İşi gücü bırakıp Mezarlığa nâzır Bir eve taşındım. Ölüm, sen beni aldatamazsın, Aklımda. (Ş, 21) Vaktiyle yazdığım gibi: Uzayacağa benzer Tutuştuğumuz lâdes. Bak kaç sene geçti Aldatamadın beni Ölüm kardeş! (Ş, s.63)
1.7. Kalıcı olma rüyası: Adım şiirinde ‘şair özne’, öldükten sonra adının yaşamasını hayal eder. Yaşarken “evler şairi” olarak anılan özne, adının evlere verilebileceğini, ancak bir gün evlerin de kalmayacağını düşündüğü için sadece şiirlere verilebileceğini düşünür. Adının kenar mahallede sapa bir sokağa verilmesi hâlinde bunun münzevi ve mütevazı kimliğine uygun olacağı kanısındadır. Erkek evlâdının olmaması, şaire soyunun biteceği ve adının kimseye verilmeyeceği, bunun da gelecekte değil, geçmişte yaşamak anlamına geleceği duygusunu yaşatır.
Adım neye verilir Evlere -- ilerde Kalmaz böyle evler Boşlukta şiirlere verilir. Adım neye verilir Sapa sokak kenar mahallede Bana benzer İyidir. Adım kimlere verilir Yok erkek evlâdım Bu soy benimle biter Geçmişlere verilir. (Ş, s.408)
1.8. Sorumluluk bilinci: Necatigil, çevresinden sorumlu bir özne kimliği sergiler şiirinde. Bu nedenle şiirine ilham veren insanlara borçlu hisseder kendini. Yaşadığı zaman diliminde yalnızca kendi hâlini değil, yaşadığı çevreyi de şiire taşıma arzusundadır. Kendini çevresinden soyutlamaz. Kaldı ki ölüm, alışılmış, kabullenilmiş bir çevrenin kaybıdır aynı zamanda. “Yüksek bir dağ”dır ölüm ve “yüksek dağlarda çevre yok”tur. Çevre birlikte götürülemeyen, geride kalandır.
Şairle çevre arasında cömert bir alışveriş vardır. Çevre şaire ilham verirken şair, dünyaya yaşadığı çevreden bir ses bırakır. Yaşadığı sürece hep o çevreyle birlikte olan özne, öldükten sonra da onları yalnız bırakmaz. Yazdıklarıyla, sesiyle onlara yakın olacaktır. “Ölümden Sonra” şiiri bu çerçevede ödenmiş bir borcun ifadesidir. Gidenin kendini kalanlara borçlu hissetmesidir bir bakıma.
Ey yazdığım şiirlere ilham veren insanlar Benim işim sizinle! Ölüm bir yüksek dağdır Yüksek dağlarda çevre yok Ömrüm dolup ölünce Yaşadığımdan da hür Geleceğim ben size! Bu benim yazdıklarım Kendi hâlim mi sade Yaşadığım çevreden Bir ses kalsın istedim Şu koskoca dünyada (Ş, s.82)
SONUÇ: • Necatigil’in şiirlerinde ‘şair özne’, gündelik hayatın getirdiği zorluklara, şiirini paylaşmayan insanlara ve yalnızlığa katlanmak durumundadır. Anlaşılamamayı ve vefasızlığı sineye çeker. Yazmanın bir sorumluluk olduğunun bilincindedir. Uzun yaşama arzusu, kalıcı olma rüyası, yanlış yazma korkusu ve şiiri yenileme duygusunu iç içe yaşar. Bütün bunlar, ‘şair özne’nin yazgısına ait görünüşlerdir.
KAYNAKÇA: • Tacettin ŞİMŞEK, Behçet Necatigil’in Şiirlerinde ‘Şair Özne’nin Yazgısı, Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (ERZSOSDE) XI-II: 1-13 [2018]