Sıra | DOSYA ADI | Format | Bağlantı |
---|---|---|---|
01. | Hi̇kaye Ve Roman İncelemeleri̇ - Eylül Romanı İncelemesi | pptx | Sunumu İndir |
Transkript
HİKAYE VE ROMAN İNCELEMELERİ DERSİ (Eylül Romanı İncelemesi) Hazırlayanın İsmi: Berna BAYER Hazırlayanın Sınıf TÜRKÇE EĞİTİMİ/ ÖĞRETMENLİĞİ 4. SINIF – Numara Bilgisi: 16553013 1
Eylül’ün Esin kaynakları Üzerine Bazı Düşünceler • Servet-i Fünûn edebiyatının roman alanında Halit Ziya Uşaklıgil’den sonra en fazla dikkat çeken ismi Mehmet Rauf (1875-1931)’tur. • “Rauf Vicdanî, Mehmed Nafiz ve Ali Necdet” (Tarım, 2000: 267), “Besim Rauf, Cemil, Jüpon” (Özbalcı, 2006: 395) müstearlarını da kullanmış olan Mehmet Rauf’u roman sahasında önemli kılan eseri ilk romanı olan Eylül’dür. • 1900’de Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmeye başlanan Eylül, 1901’de kitap olarak basılmıştır. Gerek ilk psikolojik roman olarak nitelendirilmesi gerekse dönemin edebiyat anlayışını yansıtması açısından Eylül romanı üzerine pek çok düşünce ileri sürülmüştür. • Bu yazıların bir kısmında özellikle yazarın etkisinde kaldığı yabancı eserlere dikkat çekilmiştir. • Günümüz eleştirel yaklaşımında ise -okumadan yazmak hem de çok okumadan yazmak başlı başına ayrı bir problem olarak dururken- bir eserin veya bir yazarın özgünlüğü konusuna özellikle postmodern açılımlardan sonra farklı bir açıdan yaklaşılmaktadır. • Hırsızlık olmadığı sürece etkilenme iddialarına fazla ehemmiyet verilmediği gibi bu süreçler çoğu kez kaçınılmaz bazen de hakikatte hiçbir etkilenme olmadığı kabulüyle tabii karşılanmaktadır.
• M. Nuri Yardım, çocukluğunda tiyatroyla ilgilenmeye başlayan yazarın hatıralarına dayanarak kendisini en fazla etkileyen, edebiyatla gerçek anlamda ilgilenmesine, yazı dünyasına girmesine vesile olan yerli eserin Halit Ziya Uşaklıgil’in Nemide adlı romanı olduğunu kaydeder. (Yardım, 2006: 125) • Rahim Tarım’a göre Batı’da psikolojik romanın öncüsü sayılan Paul Bourget’nin Bir Cinayet-i Aşk adlı eseri ile Eylül romanı arasında benzerlikler söz konusudur ve Bourget’nin yazar üzerinde tesiri olmuştur. (Tarım, 2000: 274) • Eylül romanı, kurgu çekirdeğini oluşturan “yasak aşk” bağlamında Amerikan edebiyatından Puritan kuralların hâkim olduğu toplumda bir kadının duygu dünyasını konu edinmiştir. • Nathaniel Hawthorne'un The Scarlet Letter/Kızıl Damga romanıyla karşılaştıran Bülent Cercis Tanrıtanır ve Melike Çalışkan’a göre farklı zamanlarda, farklı toplumlarda kaleme alınmış olsa da bu edebî eserlerde, yasak aşk, ortak konudur.
• Mehmet Rauf’u intihar girişiminden Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte kurtarmış olan arkadaşı Hüseyin Cahit Yalçın ise hatıralarında konuya farlı bir açıdan yaklaşmıştır. • Hüseyin Cahit, Tevfik Fikret’in halasının kızıyla ilk evliliğini yapmış olan Mehmet Rauf’tan “gönlünde pek çok kadının aşkını barındırabilen biridir. • Bir ateşe tapanın tapınak ateşi gibi boyuna yanıp tutuşan, kimin için yandığının önemi olmayan, yalnızca kadın biçiminde görünen güzelliği sevmekle yetinmeydir. • Güzelliğin bütün görünümlerine kalbi açık; müziğe, resme tutkun, duygularının elinde sürüklenip giden, ta sonuna kadar kendisini duygularının akımına bırakan” birisi olarak söz etmiştir. • Hüseyin Cahit’e göre Eylül romanının esin kaynağı da Mehmet Rauf’un yaşadığı duygularıdır. (Yalçın, 1999: 161-164)
Eylül’ün İçeriği ve Önemi Üzerine Bazı Düşünceler • Eylül üzerine söz söyleyenlerin bir kısmı da yazarın yaklaşımı ve eserin içeriği üzerinde yoğunlaşmışlardır. • Mehmet Kaplan, Servet-i Fünûn devri aydınlarının yazarlıkta takındıkları tavırdan söz ederken onların genellikle “seyreden, müteessir ve hayal kuran” insanlar olduğunu ve devrin hâkim vasfının “can sıkıntısı” olduğunu belirtir. • Kaplan’a göre Mehmet Rauf da şiir ve musiki dolu bir aşkın hikâyesinin anlatıldığı, mekânların sanatkârane bir üslupla tasvir edildiği Eylül romanında bu can sıkıntısını kuvvetle tasvir etmektedir. • Hüseyin Cahit Yalçın’ın yakıştırmasıyla, Mehmet Rauf, bir meloman/müzik tutkunudur ve o, kahramanlarına da bu merakı aşılamıştır. (Kaplan, 2006: 357, 397) • Mustafa Özbalcı’ya göre yazar, “oldukça realist, hatta natüralist bir roman anlayışına sahip (…), bir aşk muharriri (…), roman ve hikâyelerinde, en temizinden en kirlisine, aşkın her çeşidine yer vermiş (…), şahıslarını daha çok iç dünyalarıyla ele aldığı için eserlerinde genel olarak şahıs kadrosunu dar tutmuş” birisidir.
• Eylül’ü “psikolojik romanın ilk olgun örneği” olarak nitelyen Nihayet Arslan’a göre Eylül, aynı zamanda en çok tabiata ve tabiat manzaralarına yer veren bir romandır. • Suat ve Necib’in aralarındaki aşkı platonik düzlemde tutmaya çalışmaları sebebiyle tabiat ve Batı müziği aşklarının dili olarak işlev kazanmıştır. • Mehmet Rauf’taki nesnel, iyi gözlemlenmiş ve anlatım dilini, üslubunu bulmuş tabiat tasvirleri, Türk romanının önemli bir aşamasını ifade eder. (Arslan, 2007: 526, 528) • Mehmet Rauf’un Eylül romanı, yazarın Aşk-ı Memnu eleştirilerine rağmen “toplumdan yalıtılmış bir ortamda, bizim hayatımızın dışında, belki üstünde, ama içinde değil, başka bir yerde” geçmektedir. • Yazar, özellikle aşk konusunda insan ruhuna nüfuz etme gücüyle neredeyse bir hiçten yarattığı romanıyla üstün bir yeteneğini göstermiştir; ancak romanın, içinden çıktığı toplumun hayatıyla hemen hiç ilgisi yoktur. (Arslan, 2002: 561, 570) • Yunus Ayata ve Necati Tolga, Eylül romanını “otobiyografik izler taşıyan psikolojik romanlar” grubuna dâhil ederler
Anlatıcı • Eylül romanındaki olay ve durumların aktarımında geneli itibariyle hâkim / Tanrısal bakış açısı kullanılmıştır. Romandaki kişiler de daha etkili olacak şekilde anlatıcıdan çok genellikle diğer anlatı kişilerinin bakış açısıyla aktarılmıştır: • “-Şimdi düşün, diyordu, farazâ… İşte mesela Necib Bey, ona pek âlâ koca olabilirdi; öyle biriyle birleşip otursa idi zanneder misin ki Hacer böyle olurdu, daha doğrusu böyle olsa belki tabii gelirdi. • Vakıa şimdi Hacer evvelkinden titiz, evvelkinden hırçındır; ama yemin ediyorum ki fenâ kalpli değildir. Sen kardeşisin ama benim kadar bilemezsin, kadın kadını daha iyi tanır.” (s. 25) • Necib’in “Dünyada intikam kadar tanımadığım bir his yoktur. Bugün beni döven birisini yarın biri döverken görsem ağlayacağım gelir.” (s. 28) demesinde olduğu gibi bazen de kişiler kendileri hakkında malumat vermiştir.
• Sekizinci bölümün ortasına kadar olan olay ve durumlar daha çok Süreyya cephesinden, sekizinci bölümün ortalarından itibaren ise (s. 179) olaylara Necib ve “Beni mesut ve rahat görüyorsunuz, değil mi? • Fakat bakınız işte ağlıyorum… Demek ki ne mesudum, ne de rahatmışım…” (181) diyecek olan Suat’ın cephesinden bakılmıştır. • Yaklaşan felaketten habersiz olan Süreyya’nın yelken, av, balık merakı karşısında Necib, onun çok insafsız olması gerektiğine hükmeder. (s. 202) Roman anlatıcısı da yeri geldikçe kişiler hakkındaki hükümlerini okurlarla paylaşmıştır. • Öyküsünün sonunda Suat-Necib ikilisini alevlere teslim etmeden önce Suat hakkında anlatıcı, “O Necib’den ziyade ruhen bâkir olduğu için daha zahimdâr çekmişti.” demektedir. (s. 442)
Anlatım Yöntem ve Teknikleri • Yazar, öykülemede ihtiyacını hissettiği uygun gördüğü yerlerde genellikle olaylar, kişiler ve durumlar hakkında kısa ve doyurucu bilgiler vermek şeklinde gerçekleşen özetlemedir. • Olayı oluş anında sunmak biçiminde gerçekleşen sahneleme, olaylar ve kişilerin iç yüzlerine kapı aralayan diyaloglar ve iç seslerle aktarma, tasvir ve tahlil etme gibi anlatım yöntem tekniklerinden faydalanmıştır.
Diyaloglar • Metinde üzerinde durulması önem arz eden asıl diyaloglar Suat ve Necib arasında gerçekleşen veya iç seslerinde takılıp kalan konuşmalardır. • Pek çok yerde anlatıcı, “demek ister gibi, demek istedi, der gibi bakıyordu” türünden ifadelere yer verip kişilerin iç seslerine kulak vermiştir. • Suat ve Necip, romanın temel izleği olan cinsellikten olabildiğince soyutlanmış kalbî aşk doğrultusunda duyguları konusunda pek az konuşmuşlardır. • Bu türden muhavereler için kurgucu sonuncusunda evin hanımını bir düğün münasebetiyle evden uzaklaştırmış, hasta olamadığını, hekim istemediğini söyleyen Necib, Suat’a içini dökmüştür:
• Ah Suad diye feryâd etmeliyim, fakat yalnız Suad diye değil. ‘Beni öldürdün Suad, beni öldürdün’ diye feryâd etmeliyim… Zirâ sen gerçekten beni öldürdün Suad… Sana benim nasıl inandığımı, benim için ne büyük bir kuvvet, nasıl bir hayat olduğunu bilmiş olsaydın… • (…) Hâlâ seviyorum, fakat korkuyorum deseniz, ben sizin için aylarca âteşlerde yanar, saadet ve ümitle beklerdim. • (…) Zira artık her şeyden bıktım, bekliyorum ki bir an evvel her şey bitsin de kurtulayım. Anlıyor musunuz, artık kurtulmak istiyorum…” (s. 431, 432) • Bu sözleri karşısında Suat’ın gözyaşlarının elindeki dikişe doğru aktığını fark eden Suat bunu “demek hâlâ seviyorsunuz” şeklinde yorumlamış, • “Ah seni ne kadar delice sevdiğimi bilsen Suad, bir bilsen…” demiş, ona beraber gitmeyi ilk defa açıkça teklif etmiştir. • Suat, kendisine o kadar acıdığı Süreyya’yı hatırlatıp ona böyle bir fenalık yapamayacağını söylemiş, Necib, teklifinin ciddiyet ve cesaretiyle ezilmiştir. “Evet, hakkın var! (…) Fakat beni sev Suad, beni sev! (…) beni seveceğini va’d et…” demiş ve umduğu yanıtı almıştır. (s. 433-438)
Dil ve Üslup • Romancı kişilerini yaşlarına, cinsiyetlerine ve ruh hâllerine göre konuşturmakla haklı bir ün elde etmiştir. • Metinde yer alan söz dağarcığı Servet-i Fünûn döneminin Farsça, Arapça sözcük ve tamlamalarla yüklü sanatlı dil anlayışını yansıtması açısından da değerlidir. • Romanda az da olsa Fransızca sözcük de yer bulmuştur. Süreyya, Beyoğlu’nda Necib’le vedalaşırken ona “Ooo düdük öttü, adiyö!” diye seslenmiştir. (s. 69)
Mizah • Anlatıcı, üslupta yeri geldikçe mizahî üsluptan da yararlanmıştır. Süreyya’nın annesi oğul ile yalı tutma arzusu üzerine konuşurken gülerek gelini Suat’a “Öyle ya bir yalı tutar, alır seni götürür…” demiş, • Bu iş için babasında umudunu kesip kendisinden para isteyen oğluna da “Otuz lira… Mümkün değil… Sen erkek değil misin, bir karını besleyemiyorsun.” karşılığını vermiştir. (s. 37, 38) • Yalıya taşınma arzusu ile köşkte Hacer, Fatin ve babasına eğlence konusu olan Süreyya, sofradakilere “Evet yarın gidip tutacağız…” der. • Hacer gülerek “Hangi han satıldı acaba” karşılığını verir. Beyefendi “Mahmutpaşa’da han mı yok? Bir tanesini satmıştır…” diye mırıldanır. Fatin de “Vallahi billâhi!” diye konuşmayı devam ettirir. (s. 51, 52) • Yalı kiralanınca dönüş yolunda Süreyya ve Necip trende evdekilerden söz ederler. Necib, “Ya Hacer?” diye sorar. Süreyya, “Hacer mi görürsün. O da kocasına bir yalı tutturacak.” yanıtını verir, sonra gülerek “Fakat Fatin… Vallahi onu boşar da öyle bir hâlt yapmaz…” der. (s. 59)
• Fatin, evdekilere aldığı lüferin fiyatını ballandıra ballandıra anlatır ve güya istemiyormuş gibi yapıp Hanımefendi’nin sipariş ettiği parfümün parasını kabul eder. • Hacer, böyle davranan Fatin hakkında “Güyâ para almak istemiyor, hâlbuki ölür, eğer kendisi mecbur olsa da o bir şişe lavantaya yirmi beş değil, beş kuruş verse, bir ay hasta yatar… (…) • Gazeteyi gördün a… Eğer okumadan buradan çıksa akşama döndüğü zaman illa okumalı, yoksa sokakta on para verip de bir gazete bile almaz…”; “Babama o kadar tutundu ki artık hiçbir şeye ehemmiyet vermiyor. Bir gün öyle olacak ki beni boşayacak ve buradan def ederek kendisi burada evin çocuğu gibi yeniden evlenecek…” diyecektir. (s. 363, 365) F • atin’in yirmi beş kuruş fiyat biçtiği lavantanın altındaki fiyat etiketinde on sekiz kuruş ibaresini fark edince de Hacer, kocası için “Hödük herif hem yapıyor, hem yapmasının bilmiyor… İşte…” diyecektir. (s. 368)
Kurgu Esere Ad Seçimi, İlgi Uyandırma ve Gerilim • Esere verilen Eylül adı, çağrışım gücü yüksek sembol anlamı olan bir sözcüktür. Bir mevsimin bitimini, bir diğerinin başlangıcını haber verir. • Bu ayda hava gibi insanların duyguları da daha çok olumsuz manada değişime uğrar. Baharın devamı olan yaz mevsiminden kışın habercisi olan sonbahara geçişi en iyi hissettiren aydır eylül. • Hayallerden sıyrılmanın, hakikatle yüzleşmenin, ölüm-doğum döngüsünün de göstergesidir. • Eserdeki bir nisan günü başlayıp bir ekim gününde sonlanan hikâyenin temelini cinsellikten olabildiğince arındırılmış kalbî/platonik bir aşk hadisesi oluşturmaktadır. • Eser psikolojik bir roman olarak düşünüldüğünden eldiven hadisesi dışında kurguda gerilimleri sürükleyen vaka unsuruna yer verilmemiştir. • Romanın geneli itibariyle bir tür durgunluk söz konusudur. Hikâyeyi sonlandıracak olan yangın sahnesinde bile vakasızlık dikkat çeker. Yangının ortaya çıkışı veya gelişimi hakkında pek bir bilgi verilmez.
• Bir diğer gerilim unsuru olarak yalının etrafında iki aydır görülen şüpheli bir delikanlı Süreyya’nın dikkatini çeker. • Kadın kelimesi çoğu zaman kendisi için sadece “saçma, hain, kuş beyinli” anlamlarına gelmiş olan Necib o an için Suat’ın bu kişiyle kocasını aldattığını düşünür. • Bu genç münasebetiyle Suat’ın da, bildiği sıradan kadınlardan biri olduğuna; işte böylece dünyada ideal kadın olabileceğine inanmaya başladığından onu bir melek gibi düşlediğinden yanılmış, kandırılmış olabileceği fikrine kapılır. • Sonradan bu kişinin kocası evden uzakta bulunan komşuları genç bir kadının aşığı olduğu öğrenilir. (s. 152-167) • Romanda arabozucu-ayırıcı rolünü kısmen Süreyya’nın kız kardeşi Hacer üstlenir. Vaktiyle • Necib’i kendine âşık etmek ister gibi bir görüntü sergileyen Hacer, dadıya Suat ve Necib hakkında “Mâşâllah Allah mübarek etsin… • İnsanın Süreyyâ gibi vurdumduymaz bir beyi olduktan sonra…” türünden imalı sözler söyler. (s. 210) Süreyya, nekahet dönemini geçirmesi için ısrarla Necib’den tekrar yanlarına yalıya gelmesini ister. Hacer’in çocuklara mahsus bir teklifsizlikle bulunduğu yerden çıkarıp “İşte!” diyerek • Suat’a gösterdiği eldiven tekinin ne anlama geldiği ile zihni meşgul olan ve yaşananların açığa çıkmasından endişelenen Suat da mecburen bu teklife katılır. (s. 223, 224)
Düğümler ve Çözümler • Merak ve gerilim unsurlarının kurguda merkezi önemde olanlarına düğüm, bunların bir sonuca bağlanmasına da çözüm denir. E • ylül romanındaki temel düğüm Suat-Necib aşkının nereye varacağı, nasıl sonlanacağı hususudur. Düğüm, romanın sonunda ikilinin içinde bulunduğu konak yangınında da çözülmez. • Suat ile Necib’in akıbetleri kesin olarak bildirilmez. Bu belirsizlik romanı daha da etkileyici kılar. • Romanda ölüme isteyerek gitme düşüncesi pek çok yerde işlenmiştir. Necib’in vaktiyle kendini “mutlaka intihara mahkûm” gördüğü kaydı düşülmüştür. (s. 237) • Yalıdan köşke döndükten sonra Suat ve Necip eski duygularla sevilmedikleri kuşkusunu yaşamaya başlarlar. Hacer, Necib’e yakın durur. • Necib, son bir ümitle eski bir bakışı Suat’ın gözlerinde bulurum ümidiyle köşke gelir. • Suat yemeğe aşağıya inmez. Hayal kırıklığı yaşayan Necib aklından “deli gibi elinden çatalı bıçağı fırlatarak sokağa fırlamak, ve…” ölmek; ona sen de onlardansın diye haykırarak, ne olursa olsun Suat’ın önünde kendini öldürmek düşüncesini geçirir. • Necib soluğu Tokatlıyan’da kadehinde İngiliz rakısı, viski masasında alır. Orkestra biraz sonra vaktiyle Suat’tan dinlediği “Lâkin sakından koparılmış” parçasını çalacaktır. (s. 393-396)
Bazı Çatışma Unsurları • Romanda yer verilen ve kişilerin iç dünyaları ile anlatı kişileri arasında yaşanan belli başlı çatışma durumları şunlardır: • Çocuklarını kaybetmek, Suat-Süreyya çiftinde derin bir yara açmıştır. Suat tekrar doğurmak konusunda ise büyük bir korku, dayanılmaz bir korku duymaktadır. (s. 33) • Necib’in kendisini aldattığını düşünüp tekrar Süreyya’ya sığınan Suat, mesut olmaya çalışmanın da bir cesaret olacağı düşüncesiyle içinde bir de çocuk arzusu duymuş, “Oh bir çocuğum olursa o zaman hayatımı ne kadar seveceğim. • İşte o zaman mesut olacağım”, “Asıl kabahatim, asıl eksiğim bir çocuktu…” diye düşünmüştür. (s. 410, 411) • Süreyya boğazı sevmektedir, fakat köşkte ailesiyle yaşamak zorundadır. Öte yandan Suat için de köşkten kurtulmayı istemektedir. • Suat ise kocasının aksine deniz gezintilerini sevmemekte; hatta kayık gezilerinde başı dönmekte, midesi bunalmaktadır. (s. 129) • Süreyya ve Suat arasındaki arzu her geçen gün azalmakta, fakat aralarındaki samimiyet artmaktadır. (s. 21)
• Hacer ve Fatin arasında gerçekleşmiş bir evlilik varsa da kimileri Hacer’e Necib’i münasip görmektedir. Hacer, Suat’ın mutluluğunun yanında kendisinin evlilik hayatını, boşa harcanmış olarak kabul etmektedir. (s. 47) • Suat, kocasıyla Necib’in eğlenmek üzere köşkten ayrılmalarını bir yandan arzulamakta, bir yandan da kocasını olası tehlikelere karşı kıskanmaktadır. Suat kocasının can sıkıntısına yenilip kendisini ihmal edeceğinden de endişe etmektedir. • Necib, Suat-Süreyya evliliğine imrenerek bakmakta, fakat kendisine Suat gibi bir eş rast gelmeyeceği fikriyle evlilik düşüncesinden tekrar uzaklaşmaktadır. (s. 53) • Yalıya taşındıktan sonra Suat, Süreyya’nın sürekli yalıda durmasını arzular fakat Süreyya bunu istemez. (s. 78) Suat, bir gezintide bir gelin alayına rast gelir. Kendi evliliğinin mesut ilk zamanlarının bir daha geri gelememek üzere gidişine üzülür. Suçun “idaresi kimsenin elinde olmayan” hayatta olduğunu ilk kez fark eder. (s. 184, 185)
Rastlantılar • Süreyya ve Necib taşınma hadisesinden sonra ancak on gün sonra görüşürler. Süreyya Necib’i Beyoğlu’na doğru yürürken Beyker’in önünde tesadüfen görür, kolundan tutar. (s. 66)
Estetik Bütünlük • Romanda kurgulanan aşk tedricidir, ilk görüşte aşk değildir. Romanda bir üçlü aşk ilişkisinden söz edilemez. • Eylül’deki aşk, ikilidir ve sadece Necib ile Suat arasındadır. Suat ve kocası Süreyya arasındaki ilişki samimiyet, resmiyet, dostluk olarak nitelenebilir, aşk olarak değil. Romanın kurgusu da bu çıkarıma hizmet etmektedir. • Kahramanların akraba ve sosyal çevre eksikliği ise oldukça abartılı sayılır. Merkezi kişilerin iş arkadaşları, dostları ve yakın uzak akrabaları adeta yok gibidir. Necib’in yalıda ve köşkte bulunuşu da sadece Süreyya’ya olan akrabalığına ve dostluğuna bağlanır. Süreyya kalemde çalışır, fakat yalıya taşınacak kadar para bulamaz, dahası yoksunluk çeker. (s • . 72) Taşındıktan sonra ise yalıda hizmetçileri, kiralık sandalı vardır. Süreyya, kalemdeki işine de yalıya taşındıktan sonra gitmeye başlayacaktır. • Oysa hesapsız ve kaygısız yaşayabilmektedir. Eşinin babasından aldığı otuz lira ise onlara altmış liraya (s. 66) mâl olan yalı refahını izaha pek de yeterli olmamaktadır.
Kişiler Kişilerin Veriliş Biçimi ve Dönüşümleri • Roman kişilerinin ilk sunuluşları ve onlar hakkındaki sonraki tasarruflar pek açıdan önem taşımaktadır. • Öncelikle başarılı ve zamanında bir sunuş yazarın ustalığını gösterir. Okuyucu açısından ise anlatı kişilerinin ilk sunuluşu gerçek hayattaki tanışmalardaki ilk izlenimler gibi belirleyici olabilmektedir. • Anlatıcı, çoğu kez kişileri sunuş ânı ve biçimiyle kurgusal niyetini de ortaya koyabilmektedir. Eylül romanındaki merkezi kişilere de bu açılardan bakılabilir. • Romanın merkezi kişileri Süreyya, Suat ve Necib’dir. Süreyya’nın babası, annesi, kız kardeşi Hacer, Hacer’in kocası Fatin; Suat’ın dadısı Behice ve evin hizmetçisi ise diğer kişilerdir.
Kişilerin İsimleri • Romancılar işlerinin doğası gereği kişilerine gelişigüzel isimler seçmezler. Kurguladıkları kişilerine verdikleri isimler de çoğu kez bazı anlamalar, mesajlar taşımaktadır. Öte yandan gerekli olmadıkça kişilerini bir isimle anmazlar. Bazen de isimsizliğe işlevler ve anlamlar yüklemeye çalışırlar. • “Suat” isminin anlamı mutlu, mutlulukla ilgili demektir. Öyküdeki Suat ise bedbaht biri olarak vücut bulur ve bir yangın sahnesinin içinde bırakılır. • “Süreyya”, bir yıldız takımının, Ülker takımyıldızının adıdır. Bu yıldız, gözlemlenebilen en parlak yıldızlardandır. Sözcük, hakikat anlamını da içermektedir ve “Pervîn” ismiyle eş anlamlıdır.
• “Süreyya”, bir yıldız takımının, Ülker takımyıldızının adıdır. Bu yıldız, gözlemlenebilen en parlak yıldızlardandır. Sözcük, hakikat anlamını da içermektedir ve “Pervîn” ismiyle eş anlamlıdır. • “Süreyya” ismi, anlamı itibariyle Tevfik Fikret’in “Sühâ ile Pervîn” adlı şiirindeki birbirine zıt karakterleri hatıra getirir. • Şiirdeki Süha “nihayetsiz bir âsumân-ı müzehheb (süslü gökyüzü), bir âsumân-ı huzûz (hoşa giden, haz veren gökyüzü)” (Tevfik Fikret, Bütün Şiirleri: 264) arzusuyla doluyken, romandaki Süreyya ise Boğaziçi’nde bir yalıda, denizle iç içe bir hayat düşlemektedir. • “Hep kabahat daima aynı hayatı sürmekte…” (s. 32) düşüncesinin sahibi Necib, bu benzerlikte kısmen de olsa Fikret’in şiirindeki “göklere ve hayale meyyal” Süha karakteriyle ilişkilendirebilir. Necip, kendisinden “meftun-ı mâlî (yükseklere tutkun)” (s. 113) biri olarak söz eder.
Konular/Olaylar Memnu’ Aşkın Kurgusu • Anlatını başında Süreyya’nın, eşi Suat’ı çok sevdiği belirtilmekle birlikte ruh zenginliği yönünden ondan aşağı olduğu gösterilir. • Suat, sürdürdüğü sakin bir aile hayatına rağmen ruh saadetini, aşkı tadamamış bir kadın olarak kurgulanır. • Necib de hareketli Beyoğlu yaşantısında aradığını bulamamıştır. Böylece Suat – Necib ikilisi arasında bir benzerlik ilgisi kurulur. İkili konuşup, birbirini daha yakından tanıdıkça yakınlaşmaya başlar. • Akşamın üç buçuğunda sobayı yakmaya çalışan Suat’a dışarıda üşüdüğünden kendisi için ateş yakılmakta olan Necib yardımcı olur. (s. 28) • Suat, kocasına yalıya taşınması için vereceği parayı verirken bu mutluluğa müzik gibi bağlayıcı bir ortak noktaları olan Necib’in şahit olmasını ister. Bu yüzden ondan yalıdan ayrılmamasını talep eder. Ona “Kalınız, size ihtiyacım var.” der. • Necib, bu esrarengiz tatlı isteğe şaşmış bile görünmeden baş eğer. (s. 38) Suat’ın Hacer’e karşı gösterdiği tahammülden söz edilirken de “İşte ben de bu sabra hayrân oluyorum.” der. (s. 43)
Tezler ve Çıkarımlar • Eylül romanı bir açıdan ideal (arzulanan) -hakikat (mevcut durum) çatışmasının romanıdır. Hiç bir “kederleri, nifakları” yokken, samimi, bağlı bir hayata alışmışken Suat, Necib’in “Hep kabahat daima aynı hayat sürülmekte…” sözünün etkisiyle hayatlarında bir değişiklik yapmaya, inisiyatifi ele almaya karar verir. • Suat, iç sesiyle “Evet değişmek lâzım değil mi?” (s. 32) yanıtını verir. Babasından aldığı para ile kocasına zindan gibi gelen köşk yaşantısından, yalının özgürlüğüne doğru ikili yol alır. • Suat böylece hayatı daha önce yaptığı gibi akışına bırakmamak ve ipleri eline almaya kalkışmakla kendi felaketini de hazırlamış olur. • Kendi cephelerinden hem Necib hem de Suat ideali aramaktadırlar. Fakat Suat’ın Süreyya ile evli olması durumu, ikisi için de aşılamaz bir hakikat, bir engel olarak durmaktadır.
Mekân • Romanda kurguyu oluşturan temel mekânlar bağ evi, köşk ve denize açılan yalıdır. Necib cephesinden de Tarabya’da kaldığı bir otel söz konusu edilir. • Romanın hemen başında dedesinden kalma köşkten yakınan Süreyya, deniz hakkında “Deniz yok mu deniz? En sıcak havalarda insana can verir. • Serin… Maî… Hâlbuki burada poyraz çıkacak diye ta saat sekizi dokuzu beklemeli… Duman, duman… Külhan gibi…” demektedir. • Deniz tutkunu Süreyya’nın köşkten hoşnutsuzluğunun nedenlerinden birisi, manzaranın dar sınırı ve değişmeyen rengidir. (s. 17) • Süreyya “Biz papaz değiliz ki manastırda yaşayalım…” sözleriyle köşk yaşantısına, dolaylı olarak da “eski hayata” isyan eder. (s. 18) • Sonuçta deniz/yalı Süreyya’nın; ta romanın başında “dumanla” anılan konaksa Suat’ın felaketini hazırlar. Köşk hayatı konusunda Necib de pek farklı düşünmemektedir. Buradaki saatlerle alaturka olarak nitelenen saat sistemi kastedilmektedir. • Eski saat sisteminde güneşin doğuşu ve batışında vakit “on iki” olarak kabul edilir ve saatler buna göre günü birlik ayarlanırdı.
Zaman • Romandaki olaylar nisandan ekime düz bir zaman çizgisinde gelişir. Bilinen anlamıyla romanda geriye dönüşler de yoktur. • Fakat yeri geldikçe “Suat, kocası Süreyya’ya Hacer’in bir yıl önceki ümit ve emellerini” hatırlatması (s. 24) gibi anımsamalar söz konusudur. Zamanın akışının dışına çıkılacak şekilde hayallere dalmalardan da söz edilemez. • Anlatı bir nisan günü başlatılır. Mayıs ayı içinde de pek çok tabiat ve çevre tasviri ile zaman hissettirilir. Necib’in yalıya üçüncü gelişinde haziran ayı olduğu belirtilir. (s. 142) • Suat’ın yalılarının etrafında gezinen gençle gönül macerası yaşadığından şüphelenen Necib, kaçmayı tercih edip yalıdan ayrılır. Ayrılışının dördüncü gününde Süreyya’dan bir mektup alır.
Sonuç • Metin merkezli Akademik Eleştiri bir metinde yer alan ve önem arz eden unsurların dikkatlere sunulduğu bir eleştiri yöntemidir. • Tasviri ve tahlili okumanın ötesinde sentezci bir okuma yöntemidir. • Bu yöntemde yapısal yaklaşımla biricik kabul edilen her bir edebî metin, bir cümle gibi kabul edilip unsurlarına ayrılır. • Biçim ve içerik unsurları bakımından değerlendirilir. Ele alınan unsurlardan hangilerinin öne çıkarılacağına, hangi alt başlıkların kullanılacağına metne göre ve metin okunduktan sonra karar verilir. • İlk olgun psikolojik roman olarak nitelenen Eylül romanıyla ünlenen Mehmet Rauf, bu eserinde en fazla kişilerin iç dünyaları üzerinde durmuştur.
Kaynakça Bilgisi Zariç, Mahfuz (2017). “Akademik Eleştiri Bağlamında Mehmet Rauf’un Eylül Adlı Romanı / The Novel of Mehmet Rauf Named ‘Eylül’ in the Context of Academic Criticism”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. Tahsin Aktaş Armağanı) Volume 12/5, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9769, p. 529-558.
Teşekkürler Hazırlayanın İsmi: Berna BAYER Hazırlayanın Sınıf: TÜRKÇE ÖĞRETMENLİĞİ – Numara Bilgisi: 16553013 31