Sıra | DOSYA ADI | Format | Bağlantı |
---|---|---|---|
01. | Değerleri̇n Aktarimi Bağlaminda Âşik Edebi̇yati Ve Gençli̇k | pptx | Sunumu İndir |
Transkript
HALK EDEBİYATI DEĞERLERİN AKTARIMI BAĞLAMINDA ÂŞIK EDEBİYATI VE GENÇLİK HAZIRLAYAN: MELİSA AKGÜL NO: 180553057
Âşık Edebiyatı geçmişten günümüze çeşitli yapısal özelliklerini muhafaza ederek geleneksel bir yapı özelliği kazanmıştır. Bir geleneksel yapının en belirgin özelliği süreklilik arz etmesidir. Ancak bu süreklilik içinde yaşam koşullarına bağlı olarak değişme, genişleme, daralma gibi gelişmeler de ortaya çıkabilir. Çeşitli sanat dallarını kesin sınırlarıyla birbirinden ayırmanın imkânsızlığı bilinen bir gerçektir. Bir sanat dalı, varlığını korumaya çalışırken kendisine yakın diğer sanat kolları ile etkileşim halinde olur. Bu kaçınılmaz alışverişler, geleneğin içinde birtakım değişim ve dönüşümleri beraberinde getirir. Başlangıçtan günümüze kadar devam eden geleneksel Türk şiirinin bütün tarzlarında (Anonim, Âşık, Tekke) sürekliliği ve müşterekliği, dolayısıyla da gelenekselliği sağlayan ve yüzlerce yıldır hiç değişmeyen bazı unsurlar vardır. Bunlar; belirli nazım özellikleri, müzik eşliğinde nazım, icrada diyalog, doğaçtan (irticalen) söyleme ve üretildikleri devrin/çevrenin yaygın Türkçesini kullanma gibi hususiyetlerdir (Günay 2005: 40-41).
Âşıklık Geleneği, Türk toplumunun tarihî süreçte yaşadığı büyük göçler ve çeşitli medeniyet dairelerinin etkisinde kalarak günümüze kadar taşınmıştır. Her ne kadar İslâm öncesinde “ozan-baksı geleneği” ve 16. yüzyıldan itibaren de “Âşıklık geleneği” şeklinde adlandırmalar olsa da bu gelenek bir bütünlük içerisinde değerlendirilmektedir. Uzun tarihî süreçte edebiyatın diğer alanlarında olduğu gibi burada da bir değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. 20. yüzyılda ve günümüzde gelişen teknoloji ve haberleşme araçları bu edebiyatın değişimini zorunlu kılmıştır. Âşık şiiri usta-çırak ilişkisini gerektiren bir eğitimle öğrenilir. Bu eğitim âşık şiirinin hem çevreden çeşitli nakışlar almasını sağlamış hem de kolay değişmeyen bir gelenek olarak kalmasına yardımcı olmuştur. Âşık edebiyatı, Türk toplumunda önemli yapısal değişimin yaşandığı 20. yüzyılın ortalarına kadar büyük sarsıntılar geçirmeden yaşamını devam ettirmiştir. Topluma öğüt vermek eski ozanların geleneğidir. Onların yerini tutan âşık, halk nazarında Tanrı’ya yakın sayıldıkları için sözlerinde keramet de aranmaktadır; onlar da halkın bu bakışına cevap vermeyi şairliğin şanından kabul ederler.
Boratav, eski hayat tarzı ortadan kalktığı için halk şairlerinin de ortadan kalkacağını, bu gidişi durdurmanın boş bir emek olduğunu söyler. Ayrıca artık yeni sanatkârların yetişmeyeceğini ifade eder. Oysa bu peşin kabullenişin günümüzde geçekleşmediğini, zayıflamış da olsa geleneğin halen devam ettiğini görmek, toplum nazarında bir karşılığı olan köklü kültürel unsurların kolayca yok olmayacağını gösterir. Âşık edebiyatı bir folklor ürünü olarak toplumda kendine derin bir yer edinmiştir. Halk şairlerinde sosyal-beşeri unsurla fert-sanat unsurunun uyuşması reel hayat ve tabiat duyuşuyla soyut düşünüşün birtakım kalıplar içinde ifade edilmesi mükemmel bir ölçü içerisinde gerçekleşmiştir. Âşıklar toplumun ortak değerlerini günlük olaylarla bağ kurarak şiirlerinde dile getirirler. Sevgi, kardeşlik, insanlık gibi evrensel değerleri konu ederek halkı insanlığın ortak noktalarında birleştirir. Onların öğütleri ayırıcı, yargılayıcı değil, bilakis birleştiricidir.
Âşıkların sanatçı kimlikleri ile günlük hayatı ve bu hayat içerisinde yaşatılan kültürel unsurları birleştirip toplumsal beğeniyi yakaladıkları söylenebilir. Sözlü gelenekte yaşatılan ve zamanla yazılı geleneğe de taşınan bu verimlerin kültürün korunması ve geleceğe aktarılmasında bir köprü görevi gördüğü aşikârdır. Türk halklarının zengin tarihi kültürel mazisi vardır. Bu zenginlik geleceğe de götürülmelidir. Bu sebeple manevi değerlerin bir araya getirilmesi, bilimsel tahlilden geçirilmesi ve geleceğe doğru adımlayan insanoğlunun manevi hafızasına aktarılması çok önemlidir. Toplumun geleceğinin sağlam olması için değerlerin bilinmesi, benimsenmesi ve korunup gelecek kuşaklara aktarılması sorunu öncelikle ele alınmalıdır. Somut bir alan olarak Âşık edebiyatının kullanılmasıyla toplumun temel dinamiklerini ve manevi yönünü güçlendirmek bir zaruret halini almıştır. Müzik yönünün ve halk şairlerinin ayırıcı yönü kabul edilen saz figürünün kullanımı ilgi çekeceği için insanı kültürel olana yönlendirmede bir avantaj sağlayacaktır.
Yaşadığımız çağda insanın algıları, ilgileri ve yaşam tarzları da değiştiği için “Günümüz insanı artık düşte görülen bir güzelin sevda şiirleri yerine, daha somut, yeni toplumun yarattığı yeni insan tipinin özlemlerine cevap verecek yeni duyuşlarla örülü yeni şiirler istiyor.” (Artun 2011: 223) Bu bağlamda Âşık edebiyatının yeni insan modeline hitap edecek bir değişim ve dönüşüm geçirmesi kaçınılmazdır. Bir sanatçı kimliğine sahip âşıkların, bu süreçte ayaklarını toplumdan çekmemesi gerekir. Çünkü geleneği yaşamayan, halk kültüründen beslenmeyen bir âşığın değerleri aktarma konusunda başarılı olamayacağı açıktır. Ortaya konulan âşık şiirinin bu bağlamda kültür-sanat işlevine aynı anda sahip olması gerekir. Çünkü edebi bir mahsul olan bu ürünlerin öğreticilik vasfı “kültür” ile korunurken estetik yönü “sanat” la ifade edilir. Âşık şiiri eskiden gezginci ozanlar vasıtasıyla yayılırken, günümüzde ise kitle iletişim araçları bu görevi üstlenir. Burada teknoloji, sözlü geleneğin işlevini üstlenmiştir.
Teknoloji gezginci âşığın yerini alarak geleneğin dar çevrede sıkışmasını önlemiş ve yayılmasını sağlamıştır. Elektronik kültür ortamı da denilen bu yolla geleneğin günümüzde yaşatılması, yaygınlaştırılması ve toplumun geniş bir kısmına duyurulması mümkün hale gelmiştir. Değişim ve dönüşüm sürecinde bu kültür ortamının kullanımı geleneğe büyük imkânlar tanımıştır. Değerleri bünyelerinde muhafaza eden şiirler büyük oranda değerlerden uzaklaşılan bir dönemde yazılmıştır. Bu durum bize toplumsal problemlerin olduğu zamanlarda âşıkların bunlara kayıtsız kalmadıklarını, bu problemlerin nasıl atlatılacağı hakkında çözüm önerileri sunduklarını gösterir. Âşık şiirinin önemli bir türü olan nasihatnamelerin değerlerin aktarımında bize zengin malzemeler sunduklarını görmekteyiz. Çünkü toplumsal yaşamın her alanına ait olan bu türler içinde yaşanılan toplum ve bireyi tanımada oldukça açık bilgilere sahiptir.
Bu türde âşığın bir aydın kimliği ile toplumu adına iyi dileklerinin olduğunu, ona yön vermeye çalıştığı görülür. Koçaklamalarda vatan, bayrak ve özgürlük gibi yüksek değerler dile getirilirken; destanlarda ise sosyal tarihe kaynaklık edecek konular işlenir. Toplum tasavvurunda ve değer yargılarında yer alan “ideal insan” gerçeği, âşıkların şiirlerinde sınırları çizilen bir olgu olarak karşımıza çıkar. Tüm kültürlerin kendilerine özgü böyle tipleri vardır ve toplumlar eğitim sistemlerini, sözlü veya yazılı normlarını, sosyal yaşamlarını ideal insanın ortaya çıkması üzerine inşa ederler. Çünkü bu tip, kültürün yaşatılması ve toplumun gelecekte var olmasının güvencesi olarak görülür. Âşıklar da Türk toplumunun yetiştirmek istediği ideal insanı “yiğit tipi” kavramıyla dile getirmişlerdir.
Değişen toplumsal yapımızda, toplum tasavvurunda yer alan örnek insan modeli inşasında değerlerin bireye aktarılması büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla hedef kitle gençler olmakla birlikte bu edebiyatın hitap ettiği yediden yetmişe herkes örnek insan modeli kavramıyla değerlendirilebilir. Âşıkların şiirlerinde karşılaştığımız bazı önemli değerleri şöyle sıralayabiliriz: 1.Mazlumları Koruma Toplum içerisinde ekonomik, sosyal ve siyasi gücü olmayan, zulme uğrayan insanlar bulunabilir. Toplum bir bütün olarak değerlendirildiğinde ihtiyaç içerisindeki insanlara el uzatmak, onların yardımına koşmak toplumsal birlikteliğin sağlıklı devamı açısından son derece önemlidir. Gezginci âşıklar, halkın içerisinde yer alan bu insanlara yardım edilmesini genellikle İslami çerçevede düşünmüşler ve bunun gerekliliğini açıklamışlardır. Bu durumdaki insanlar “fakir, mazlum, düşmüş, zayıf ve biçare” kelimeleri ile anlatılmıştır.
Sümmânî zayıfların elinden tutmanın bir himmet göstergesi olduğunu ifade etmiştir. Gevherî biçareleri güldürmenin büyük sevap olduğunu söyler. Sevap olduğu inancı, bu eylemin yapılmasında insanları teşvik etmektedir. Sevabın bu dünya ve ahirette karşılığı olduğu düşüncesi bunda etkilidir. Çünkü din, belirli davranışları yerine getirme konusunda insanları bağlayıcı bir işleve sahiptir. Seyranî şu dörtlükte fakir ve mazlumların din açısından Allah’ın emaneti olduğunu vurgular: Hükmü şeriatça fakir u mazlûm Emanetullahtır değil mi malûm Zâlimin keyfince icrâ-yı rüsûm Edenler çekmez mi azâb-ı niyran Ruhsatî toplumda yaşayan insanların yapacakları iyilikleri sayarken, insanlara uyarı niteliğinde bu konuya temas eder: Bir düşmüşün eksiğini gördün mü Namaz için cemaate vardın mı Bir yetime bir lokmacık verdin mi İyce düşün ihsanında neyin var
2. Anne ve Baba Algısı Türk toplumunun temel kurumlarından birisi ailedir. Aile, bireyin sosyalleşmesi ve kültürel normların aktarılmasında doğrudan bir etkiye sahiptir. Aile içinde diğer fertlerle ilişkiler hem kültürel normlar hem de dini kaideler ekseninde şekillenir. Âşıklar, ailede anne ve babanın konumuna ilişkin olarak Türk toplumunun bakış açısını yansıtan değerlendirmeler yapmışlardır. Her üç yüzyılda bu mevzu kesintisiz olarak işlenir. Karacaoğlan anne baba kıymeti bilemediğinin pişmanlığını anlatırken onları insanın arkasını yaslanabileceği dağlar olarak betimler: Tükendi cünbüşüm yoktur gıybetim Bir yatsıya kaldı benim mühletim Bilemedim ana baba kıymatın Arkamızda karlıca bir dağ imiş
Türk toplumunda anne ve babasının bedduasını alanların her iki dünyada işlerinin rast gitmeyeceğine inanılır. Bu yüzden Seyranî onların rızasını almayı ve bedduasının almamayı salık verir: Anandan babandan beddua alma Anlar rızâsından sen geri kalma Tuz ekmek bilmeze kılıcın salma Bir de emânete etme hıyanet Sümmânî atalarının gözünden düşen bir insandan Mevlâ’nın razı olmayacağını, bunun yanında bu dünyada iyi günler göremeyeceğini de söyler: Hissemend ol kâmillerin sözünden Gel kâmili kazan özü özünden Evlât düşse atasının gözünden Değil Mevlâ râzı berhüdâr olmaz
3. Büyüklere Danışma Türk toplumunda tecrübeli, bilge ve sözü dinlenir kişilere danışma, hayatta zarar görmeden yaşama veya belirli bir plan dahilinde hayata yön vermenin gerekli olduğu durumlarda önem kazanır. Bu bağlamda özellikle Türk destanlarında yer alan bilge tiplerin gerek yöneticilere gerekse halka yol gösterdikleri görülür. “Danışanın dağları aştığı, danışmayanlarının yolunun şaştığı” bir anlayışın toplumsal ilişkileri düzenlemede katkı sağladığı görülür. Âşık şiirimizde büyükler “ata, ak sakallı, pîr, ulu, âkil” gibi kelimelerle anlatılmıştır. Dadaloğlu ak sakallı uluların öğüt verme niteliğini dile getirir: Serhoş yürür atlısının yarısı At oymadır akıllısı delisi Öğüt verir ak sakallı ulusu Gayip olmuş al yelekli evleri
4. Cömert Olma Kişinin elinde olan malın bir kısmını ihtiyacı olanlara vermesi cömertlik olarak adlandırılır. Cömertlik sosyal düzenin sağlıklı devamı için gereklidir. Aynı zamanda dini bir emir olarak telakki edilir. Ruhsatî’nin cömertliği ve cömertleri anlattığı şiiri aslında toplumun bu konudaki bakışını yansıtmaktadır. Bu şiirde çalışmasa dahi cömerdin malının artacağını, zor işlerinin yoluna gireceğini, zekât ve fitresini zamanında vereceği için yerinin cennet olduğunu, kabir içinde sorgusunun kolay olacağını ve dilinin bülbül gibi olacağını, cömertlerin diğer insanlara da faydası olacağı için onlarla haşredilmeyi istediğini ifade eder. Aynı şiirden alınan şu dörtlükte ise şeytanların cömertlerin önünden kaçacağını ve onların dedesinin Hazreti Ali olduğunu ifade eder: Cömerdin uğrundan şeytanlar kaçar Melekler üstüne rahmetler saçar Cennetin kapısın sahavet açar Dedesi Hazret-i Ali cömerdin
5. Davetsiz Yere Gitmeme Türk sosyal yaşantısında doğum, sünnet ve evlilik gibi geçiş dönemlerinde yapılan merasimlere katılmada merasim sahibinin daveti esastır. Davet etme, mutluluk paylaşımının medeni bir çağrısı kabul edildiği için toplumumuzda davete icabetin esas olduğu düşünülür. Karacaoğlan sevgiliden bir haber/işaret bekleme durumunu davetsiz yere gidilmemesi olgusuyla dile getirmektedir: Aştı gitti göremedim boyunu Çene tutmuş kaşlarını yayını Yeni bildim güzellerin huyunu Gel denmeyen yere varılmaz imiş Sümmânî bir nasihatnameden alınan dörtlüğünde davet edilmeyen yere gidilmemesini, davet olunan yere gidip açıkça bulunulmasında sakınca olmadığını anlatır. Teklifsiz bir yere gitme geri dur Davet olan yere geç de bayık dur Bir söyle iki duy üç de kulak ver Her büyük mecliste söz güzâr olmaz
6. Yetim Hakkını Koruma Ailenin koruyucusu ve rızık temin edeni baba olduğu için babanın ölümü her zaman Türk ailesini yaşam karşısında zorda bırakmaktadır. Bu yüzden babası olmayanların toplumda korunup kollandığı görülür. Yetim hakkı yiyenlerin elde ettikleri kazançlarından bir menfaat elde edemeyeceklerine inanılır. Sümmânî yetim hakkı yiyen bir kimseye mutlaka bir ceza verileceğini ifade eder: Bir kimse imân-ı terke varsa Kendine arkadaş hırsızı sarsa Ağlayan yetimin hakkını yerse Önce bir başına ceza çevrilir Âşık Şenlik bir nasihatnâmesinde her gücü yetenin yetimi dövmemesi gerektiğini söyler. Seyranî’ye göre ailesinin sefil durumda bulunması, onların yetim hakkı yediklerini düşünmelerine sebep olmuştur. Bir sadef yerini tutmaz zencefil Sanki Mevlâ’m cümle rızkıma kefil Ben sağ iken ailem oldu çok sefil Yediğini yetim hakkı sanıyor
7. Kul Hakkı Yememe İslami anlayışa göre büyük günahlardan olan ve yaratıcının asla affetmeyeceği konulardan biri kul hakkıdır. Bu yüzden kul hakkı konusunda toplumun oldukça hassas olduğu görülür. Ruhsatî nasihatnâmesinde kul hakkının alınmaması gerektiğini, işin sonunda Sırat köprüsü olduğunu söyleyerek ahireti hatırlatır: Yitirip fikrini ummana dalma Kul olan bir kulun hakkını alma Senden aşağıya zulümkâr olma Sırat köprüsü’nde sorgu soran var Gevherî bir dörtlüğünde “Âdem olan âdem hakkı yetürmez” diyerek insanın kul hakkını kaybetmemesi gerektiğini ifade eder. Âşık Ömer kul hakkını yiyenlerin asla yanına kâr kalmayacağını belirterek insanın eninde sonunda yaptıklarını çekeceğini dile getirir: Bilmez misin kanı kanla yumazlar Kul hakkını el üstünde komazlar Falan oğlu filân imiş demezler Ettiğin var ise bulsan gerektir
8. Dostluk Sosyal yaşamın gereklerinden biri de dostluktur. Paylaşmanın ve birlikte yaşamın göstergesi olan dost seçimi çok önemlidir. Çünkü dostların bariz nitelikleri vardır. Âşık şiirinin temsilcilerinin kimi zaman bu nitelikleri dillendirdikleri görülür. Meşhur Atalar Sözü destanında Levnî “Dost acı söyler” gerçeğini şöyle dile getirir: Arzeyle bu pendi kendi özüne Dost addetme her güleni yüzüne İncinme dostunun doğru sözüne Doğru söz insana batar demişler 17. asır şairi Gevherî yalancıyla dostluk kurulamayacağını ve dostun dost yoluna ölümü göze alması gerektiği şeklinde bir dostluk ölçüsü ortaya koymuştur. Şu dörtlüğünde ise bun/sıkıntılı zamanlarda dostun insanın yanında olması gerektiğini açıkça belirtilmiştir: Gevherî’nin yâri gayet dost ola Sermâyesi arkasında post ola Dost oldur ki bun deminde dost ola İstemem her yerde yüze gülücü Âşık şiirinde dost kelimesinin zıt anlamlısı olarak “namert” kullanılır ve bu vasıftaki kişilerden uzak durulması gerektiği ifade edilir.
Sümmânî bir şiirinde dostun “insanı dert pazarına çekmemesi” gerektiğini söyleyerek dostların birbirlerine meşakkat ve sıkıntı vermemelerini öğütler. Kuloğlu gerçek dost uğruna seve seve ölünebileceğini dile getirir: Nice dermeyan edip de arayım Bir hakikatlı dost bulmak isterim Öyle bir dost görsem kalmaz kararım Uğruna baş verip ölmek isterim 9. Kanaat Etme Günümüz toplumunun huzursuzluğunun en önemli nedenlerinden biri kanaat olgusunun bulunmamasıdır. Oysa atalarımız “Kanaat gibi devlet olmaz” diyerek elindeki ile yetinmenin, açgözlü olmamanın önüne geçmeye çalışmışlardır. İnsanın yaratılışında var olan “daha çok” anlayışının insana mutluluk getirmediği, onu çeşitli hırsların esiri yaparak sosyal ortamdan soyutladığı görülür. Levnî insanın açgözlü değil kanaatkâr olması gerektiğini dile getirir: Yâr ile ettiğin kavle ver karar Kâr etmezsen bâri eyleme zarar Aza kanâat et, olma tama’kâr Ucuz satan tizcek satar demişler
19. asır şairi Dertli kanaat tacını giyenlerin sultanlara ve hanlara asla minnet etmeyeceğini dile getirir: Mü’minler işine münâfık şaşa Münkirler başını ko vursun taşa Kanâat tacını giyince başa Ne sultana minnet, ne hâna minnet 10. Komşuluk Türk ailesinin yakın çevresinde bulunan komşular, sosyal yaşamda sıkı ilişkilerin yaşandığı kişilerdir. Kötü günlerde ve mutluluklarda Türk ailesinin ayrılmaz bir parçası olan bu insanlar ortak yaşam tarzı oluşturmada önemlidir. Komşuluk ilişkileri olarak adlandıracağımız bu birlikteliğin geçmişten günümüze İslâmî anlayışın da etkisiyle kültürel yaşantımızda vazgeçilmez bir rolü vardır. Dede Korkut Hikâyeleri’nin mukaddime bölümünde yer alan kadınlarla ilgili tasnifte, kadınların niteliklerinin ölçülmesinde kullanılan önemli araçlardan biri komşuluk kavramıdır; yine bu bölümde yer alan “komşu hakkı Tanrı hakkı” ifadesi komşuluğa verilen önemin en somut örneğidir.
Karacaoğlan aşkın kendisinde meydana getirdiği olumsuz durum karşısında komşuların kendisini kınamamasını ister. Buradan hareketle komşuların olumsuz davranışları kontrol altına alan bir yönünün olduğunu söylemek mümkündür. Başka bir dörtlükte ise komşunun ne konuştuğunun bilincinde olması gerektiğini söyler: Yoldaş olma yolun bilmez yolsuza Komşu olma sözün bilmez densize Meyil verme edepsize arsıza Âkibet ırzına hilye getirir Âşık Şenlik insanın ölümünden sonra yedi yerde komşuluk hakkının sorulacağını dile getirir. Dadaloğlu da yine bu hakkın sorulacağından bahseder. Seyranî ise yakın komşuların hatırının alınması gerektiğini söyler: Yakın komşuların hatırını al Hem kazandır kazan yüzlerinden mal Hem etdir hem eyle hakların helâl İyiliğine anlar etsün şehâdet
Ruhsatî’nin komşuluk kavramını şiirlerinde sıkça dile getirdiğini görürüz. O, ölümden sonra iki komşunun gereken vazifeyi yerine getirmesi için yeterli olduğunu, “Komşun ile nasıl kalktın oturdun” diyerek insanın komşuluk ilişkilerinin sorgulanması gerektiğini söyler. Şu dörtlüğünde ise ölüm sonrasında yapılması gerekenleri komşuların yapacağını hatırlatarak komşuluğun toplumsal dayanışma yönüne işaret eder: Bir gün başın son yastığa Koyacaklar unutma ha İki komşu gelir bir bir Soyacaklar unutma ha
11. Hatır Yıkmama İslâmi anlayışla birlikte büyük önem kazanan ve insanın Hakk’ın bir kulu olarak değerli olduğu anlayışının tezahürü olan hatır yıkmamak, insanî bir davranış olarak ortaya çıkar. Tasavvuftaki insanın gönlünün Hakk’ın mekânı olduğu anlayışı da bu tarz davranışın şekillenmesinde etkili olmuştur. Ruhsatî kötü sözlerle insan kalbinin kırılmaması gerektiğini, kırıldıktan sonra onu tamir etmenin çaresi olmadığını söyler: Çekme bu dünyanın endişesini Ta’mir eyle gönlün dört köşesini Kem söz ile kırma kalp şişesini Sonra dönüp derman olsan fayda ne Âşık Ömer kendisinin Allah’ın bir kulu olduğu için sevdiğinin kendi hatırını yıkmamasını söyler: Hâtırını yıkma bu ben gedânın Bir ednâ kuluyum ben de Hudâ’nın Nice senin gibi gonce fidanın Açılan gülleri solagelmiştir
12. İyilik Etme Birlikte yaşayan insanların birbirlerine iyilik yaparak yaşamlarını kolaylaştırmaları toplumda huzurlu bir yaşamın anahtarı olarak görülür. Bu yüzden âşıklar toplumda hep iyilik yapmayı tavsiye edip insanların kötülüğe meyletmelerini engellemek istemişlerdir. İyilik sadece iyi insanlara değil, herkese karşı yapılmalıdır. Bu yolu takip eden insanlar Âşık Ömer’ e göre hep iyi olarak anılırlar: Âkil olan âkil sözün tuttular Yamana yahşiye iylik ittiler İylikle cihanı gör terk ettiler İyliği nâmına nişâne kaldı Karacaoğlan yapılacak bir iyiliğin vaktinde yapılırsa anlam taşıyacağını, bu durumun eskiden beri bilinen bir düstur olduğunu vurgular. Kuloğlu ise dünya fani olduğu için kötülük yapanın kötülük göreceğini söyleyerek dinleyiciye iyilik yapması gerektiğini ihtar eder:
Sen sanırsın ki edenler bulmaya Kimi gördün şu cihanda ölmeye Kangı günü gördün akşam olmaya Gönül şen ol, niçün melül olursun Kâtibi güzelliğin geçici olduğunu sevdiğine hatırlatan dörtlüğünde ona nasihat olarak iyilerden insanlara kötülük gelmeyeceğini söyler: Bu güzellik bâkî kalmaz sevdiğim Âşıkı ağlatan gülmez sevdiğim İyilerden kemlik gelmez sevdiğim Hakkı bir bilürsen ağlatma beni.
13. Kibirli Olmama İnsanın kendisini diğer insanlardan üstün görmesine kibir adı verilir. Kibir duygusu insanların davranışlarına yansıdığında toplumsal birliktelik açısından büyük tehlike arz eder. Bu yüzden insanın kendini diğer insanlarla bir, hatta aşağı görmesi bireyler arası ilişkilerin sağlığı açısından önemlidir. Kibri asla hoş görmeyen Ruhsatî bu yapıda olan insanları “mayası bozuk” şeklinde ağır bir şekilde eleştirmektedir: Bir kimsede olsa kibir Yüzün dola yüzünden kaç Anın mayası bozuktur Selam verme pozundan kaç Kibirli insanların niteliklerini anlatmaya devam eden Ruhsatî onların insanı nazara uğratacağını, merhametsiz oldukları için onların kızlarının alınmaması gerektiği söyler. Şu dörtlüğünde onların sütü bozuk olduğu için kimseye hayırlarının dokunmayacağını dile getirir: Gel gözüm sana yazıktır Yanaşma sütü bozuktur Gün olsa bir hayrı yoktur Ruhsat üşü yazından kaç
14. Sır Saklama Bir emanet olarak görülen sır saklamak, dostluğun ve paylaşımın en güzel örneğini teşkil eder. Bu yüzden âşıklar, kişinin kendi menfaati için de sır saklaması gerektiğini ifade ederler. Ruhsatî kulun sırrının başkasına söylenilmemesi gerektiğini açıkça dile getirir. Bunun yanında kardeşe dahi sırların açılmaması gerektiğini dörtlüğünde dile getirmiştir: Kurtarayım dersen eğer serini Beş vakit namaza sarf et varını Kardeşine bile deme sırrını Kasdederler öz canına iyce bak Silleli Sürûrî insanın bildiği sırları başkalarına anlatmanın iyi bir davranış olmadığını, bunu yapmanın dostuna ihanet etmek olduğunu ifade eder: Ehl-i dil lokması her dem gam yemek Bezl-i vücûd edip çekmeli emek Yol değil sırrını illere dimek Merd olan yârini dile verir mi
15. Sabırlı Olma Toplumsal yaşamda insan bazen sıkıntılar yaşayabilir, çeşitli belalara maruz kalabilir. Bu olumsuzlukları hayatın bir rengi olarak görüp bu günlerin geçici olduğunu bilmek ve bunlara sabretmek gerekir. Ruhsatî toplumda farklı insan tiplerinin ve buna bağlı olarak farklı davranışların olduğunu; bu yüzden belalara sabredilmesi gerektiğini söyler. Sabrın sonunun hayırlı olduğunu, böyle davranan bir kişinin mutlaka selamete çıkacağını şöyle dile getirir: Sabırda vardır keramet Sabreden bulur selamet Bu yolda yok bir felaket Hele sabreyle sabreyle Minhâcî sabrın bir mutluluk kaynağı ve kolay elde edilemeyen bir haslet olduğunu söyler: Minhâcî’yim demem binde birini Ferhad olan niçin sevmez Şîrîn’i Aradım kitapta buldum yerini Sabır gibi devlet bulunmaz imiş
15. İlim ile Amel Etme Kişinin doğruları bilmesi yeterli görülmez. Bunun yanında doğru bildiklerini yaşamına uygulaması da beklenir. Çeşitli konularda dinleyenlerine nasihat eden Sümmânî kişinin ilmi ile amel etmesini, şeytana uyarak bildiğinden farklı davranmaması gerektiği şu dörtlüğünde dile getirir: Âmân meyl eyleme dünyâ malına Tuzağa düşersin bakma eline Oku okut gir doğruluk yoluna İlin ile âmel et uyma şeytâna 16. Mal Mülk Algısı İnsanın dünyada sahip olduğu, yaşamını kolaylaştıracak her şey mal mülk kavramı içinde değerlendirilir. Seyranî malın miktarının önemli olmadığını, mal azaldıkça insanın şükrünün daha fazla artması gerektiğini şiirlerine yansıtır: Âşık sazını alınca Hak nişanın oklamalı Elde varı azalınca Dilde şükrü çoklamalı
17. Doğru Olma İnsanlara faydalı olma ve onları yanıltmama adına kişinin yaptığı işlerde dürüst olması ve hileli yollardan sakınması “iyi insan” profilinin oluşmasında önemlidir. Bu yüzden nitelikli ve kültürel değerlere uygun insan yetiştirmek için âşıkların doğruluk kavramına değindikleri görülür. Kuloğlu insanların doğru yolda olan insanlara uyması, onların yolundan gitmesi gerektiğini ifade ederek toplumsal normların tercümanı olur: Uymak gerek doğru yola gidene Sıdkıle tuz ekmek hakkın görene Dâyim kendisine kemlik edene Eyliğine kasdı gerek, yiğidin Yaşadığı dönemde toplumsal aksaklıkları korkusuzca dile getiren Seyranî doğruluğun iyi bir dost kapısını olduğunu tavsiye eder ve doğru olmayanın sonunun eşkıyalıktan öteye gitmeyeceğini dile getirir: Dost kapısın ister isen doğruluk Dosta inayeti elden bırakma Doğru olmıyanın sonu uğruluk Olur ferâseti elden bırakma
Sonuç Bir toplumu ayakta tutan ve onun gelecekte varlığını devam ettirmesini sağlayacak değerler, aslında o toplumun kültürel yapısını oluşturmaktadır. Bu yüzden kültürün devamlılığı açısından değerlerin tespit edilmesi ve farklı yollarla öğretilmesi amaçlanmalıdır. Âşık edebiyatı ürünleri hem değerleri bünyelerinde barındırmaları hem de yeni yetişecek nesillere bunların öğretimi açısından bir yöntem olarak kullanılabilir. Fakat bu yöntemin kullanımında geleneksel yapısının korunması yanında, gelişen ve değişen çağın gereklerine uygun olarak yeniden oluşturulması, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında, kitle iletişim araçlarında belirli bir program dahilinde bilinçli olarak yer almasına dikkat edilmelidir. Burada geleneğin icracılarına, eğitimcilere, ailelere, kültür ve sanat adamlarına büyük görev düşmektedir. Sanatın icrası kadar bu sanatın halkla buluşması ve bütünleşmesi gerçekleştirilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde ne kadar faydalı ve iyi de olsa toplumda bir karşılığı olmamaktadır.
Kitlelere benimsetilmesi ve bu amaçla bilinçli olarak kullanımı büyük önem arz etmektedir. Âşık edebiyatının kişiler arası ilişkilerden toplumsal yaşama kadar geniş bir değerler yelpazesine sahip olduğu görülür. Bu zengin malzeme ile terbiye edilen, biçimlendirilen ve şuurlandırılan bir gençliğin toplumunun gelecekte var olması kaygısı taşıyacağı aşikârdır. Bu yüzden geçmişten günümüze getirdiğimiz kültürel mirasımızın korunması ve öğretilmesi; toplumsal belleğimizin muhafazası ve geleceğe taşınması bağlamında bu edebiyat göz ardı edilmemelidir. Âşık edebiyatının sanatla icra etmeye çalıştığı ve müzikle de desteklediği bir kültür unsurunun geniş kitleleri daha kolay etkileyeceği açıktır. Bu araç, toplumun hayalinde var olan, değerleriyle çatışmayan, aksine örtüşen bir gençliğin inşasında etkin rol oynayacaktır. Unutulmamalıdır ki “Toplum bilinciyle Âşık şiiri iç içedir.”
KAYNAKÇA ÖZDEMİR, C. (2016). DEĞERLERİN AKTARIMI BAĞLAMINDA ÂŞIK EDEBİYATI VE GENÇLİK. Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, 32(32), 223-237. DOI: 10.17498/kdeniz.279551